Saçımın teline zarar gelse dünyayı yakacak olan adamın
canımı yakması ne komik. Ondan sonra korumaya alıyorsun kendini, yavrusunu
koruyan anne gibi. Sonrasında etrafı toparlarken bir bakıyorsun ki unutmuşsun yaşamayı.
Kendini atmışsın bir kenarıya seni arıyorsun her yerde. Göremiyorsun yanındakini.
Hayatı yaşamayı uzakta sanıyorsun da kendini bir türlü yaşamıyorsun. Sonrada ruhuna
ilişmeye çalışıyorsun ama nafile.. Mütemadi bir ümitsizlik çöküyor omuzlarıma. küçük şehirde büyük umutlar vardı hayatın içinde. Kocaman şehirdeki orantının ters oluşu pekte rastlantısal bir şey değildi üstelik.
Baktığında göreceği şeyden çokça uzaklaşmış
olmayı dilemişti ruhum. Orada duran güneşti. Karanlıkta kalan gölgeydi. Ruhum
hala bedenimin gölgesinden çıkabilmeye cesareti yokmuş gibi sığınmış sanki.
Gidebilmek mi? Şehirler arası yolculuklarda tanıdım kendimi. Yada tanıdığımı
sandım. Uzun uzun düşündüm. Şoför otobüsü bense ruhumu kullanma çalışıyordum.
Tek fark vardı. O kaza yapmadan varabilmişti. Bense ruhsal olarak a noktasından
hareket etmiş b noktasına hızla yol almakta olup, acı bir frenle kaza
yapmıştım. Neydi tedavisi? Bunu da bilebilir miydim? Bilmiyorum. Bu kelimenin
içine bazen hapsolduğumu hissediyorum. Atıveriyorum kendimi deniz kenarına.
Hayatın kenarına itilen bir insana gibi. Tuzu yakıyor genzimi boğazın. Güneşi
değiyor hücrelerime. İliklerim diyorum, onlarda hissetmeliyim. Eksik olan
neydi? Neydi? Bir tını, ses, koku ya da doku? Neydi götürür beni sana? Pardon
sen kimdin. Hayalimdeki sen. Söz vermiş sen. Gitmeyen sen. Ütopyalarımın
prensi. Ne de komik. Komik mi? Komik olan ne biliyor musun? En kötü zamanlarda
yalnızlığı dipte hissetmek, başını yastığa koyunca kimseyi düşünmemek. Ne
bileyim sahilde biranı yalnız yudumlamak. Hayır hayır kıskanmıyorum. Bunu da
nerden çıkarttın. Abartıyorsun. Mutlu insanlar hep mutlu olsunlar. Ahh bu yalan
inanıyorsunuz demi. Kimse sonsuz kadar mutlu olamaz. Bu gerçekler
yüzleşemiyoruz maalesef..