Masanın başına oturdum, klavyeyi önüme aldım. yazmak istedim. Duygularımı bekledim. onlarda geldiğine göre başlayabilirdim. Önce incinen yerdeki duygularım konuşmak istedi. Zor zaptettim. Ben bile bu kadarını hayal edemezdim. Ben mi susturmuştum, yoksa duymazdan mı gelmiştim. neydi 'beni' bu kadar inciten şey? En incitmemek için uğraştığım noktalardan mı incinmiştim acaba? Hayır tabikii kendi kendime sesli konuşmuyorum merak etmeyin bu konuşulanları sadece ben ve içim duyuyor. Öteye geçmiyor. Geçemez. Geçememeli. Geçmemeli diye diye geçiremedim sızımı zaten. Kırık bardak suyu damlatır gibi bende damlıyorum. Bitmiyorum ama eksiliyorum. Eksile eksile kaldım. Hayır, zaten eksiğiz ne farkedecek. Neyse sorgulama kısmına gelemedim maalesef.
Sonra hüzün girdi devreye aman tanrım dedim. Nasıl bir melankoli o. Karanlık bir odaya geçtik, bir hastanenin bekleme salonunda. Yıldızlar pas parlak görünüyordu. kıyıda , uzakta tek tük ev ışıkları vardı. Canlı yaşamını tasvir edermiş gibi. hava serindi ama ben hissedemedim. Uzun zamandır da hissetmiyorum zaten. Hissetmek istediğim yerden incinince hüzün girdi devreye. Ne mi diyorum boş verin. onlar anladı beni. Birlikte kaç saat, gün , hafta geçirdiğimizi şimdilik bilmiyorum aslında. sadece deniz kıyısında uzun uzun oturduğumuzu anımsar gibiyim. Mesela şehirlerde bana iyi gelir sanıyordum yanıldım. Ülkeleri mi denemeliyim bilemedim. Moda sahili çok sever, hüzün. Beraber uzun uzun geceler geçiririz. Ben, biram, hüzün ve yıldızlar. Bazen çok soğuk oluyor. ama üşümüyorum. Dedim ya hissetmiyorum. Bu ne kadar kayıp bir duygu aslında. Sevinmek, mutluluk, hep havada kalan duygular oluyor benim için. Tabiri caizse
