25 Haziran 2015 Perşembe

BENİMLE SEVER MİSİN?

                       

En iyi ilaç Sevgidir!



       Zaman hızla akıp gitmekte. bizse yirmi dört saatin yirmi dördünde de bir şeyler yapabilmek için devamlı bir çaba içerisindeyiz. Zaman nakitmiş eski bakkal defterlerinde. Lakin bizden eksilen, yitip giden şeylerin farkında olamıyoruz maalesef. bu eksilmeler bireysel bazında önemsiz görünse de, büyük resme bakıldığında toplumsal dejenerasyon denilen durumla karşı karşı kaldığımız sonucu inkar edilemez halde. Her geçen gün değişen dünya düzeni, çoğu zaman olumlu şeyler katsa da, temel çekirdeği oluşturan aile yapısı üzerinde ciddi zedelenmeler doğurmaktadır. bir tahterevalli gibi düşünmeliyiz, pozitiflik getiren birçok şeyin, kavramlar arası uzaklaşma getirmektedir.
                      Bir evin içinde herkeste telefon, herkeste bilgisayar, herkeste tablet. Herkes yoğun. Herkesin çalışması lazım. Kutu gibi bir ev herkes kendi odasında masa başında yada koltuğunda elinde telefon. Kimse kimseyle konuşmuyor, paylaşmıyor. Aile kavramının tanımını bu durum karşılaşmamaktadır. Aile demek sadece birbirine yasların getirdiği haklar doğrultusunda aynı evde yaşayan bireyler demek değildir. Aile kavramı derininde ciddi ruhsal bağlar barındıran, duyguların yoğun olduğu bir kavramdır. Bağımlılıktan değil, bağlılık, maneviyattan bahsediyorum. dizine yatan çocuğunun saçını okşarken okuduğu kitabın verdiği huzuru sosyal medyada aramak, keza okulda olumsuz yaşadığı bir durumu ailesiyle paylaşmak yerine sosyal medya da takipçileri ile abartarak, küfrederek, 'daha ne kadar popüler olabilirim' diye durumu çarpıtarak anlatmak.
                   Aile bağları güçsüzleşmekte. Akabinde saygı kavramında azalma, gösteriş için sevgi yumakları su yüzünde kalmaktadır. Toplumsal olarak nasıl bir inkar mekanizması kullanıyorsak, kimse bu durumu sorgulamıyor. Tam tersine ağlayan çocuğunun eline tablet alıyor ki sussun. Çocuk anlık keyif alıyor, anne/baba sanıyor çocuk artık mutlu. Anlık mutluluklar gelecekte kalmazlar. Farkında olmasan hasarlı çocukluk yaşatıyoruz çocuklarımıza. Ne derse yapılıyor, paralar akıtılıyor. Kimse sevgisini paylaşmak istemiyor. Göstermiyor hatta ve hatta sevmiyor. Sonra mı ne oluyor? Sonrasında hasarlı ikili ilişkiler, artan boşanmalar, kadına ve çocuğa şiddet, evi terk etmeler Travmatik nesiller birbirini buldukça sonsuz döngüden kurtulmamız biraz zor gibi durmaktadır. Önceliğimizi farketmeye temel soruna kilitlenmeye ayırmamız galiba ilk lakin insanlık için büyük bir adım olacaktır.
          Unutulmamalıdır ki çocuğunuza vereceğiniz en güzel miras 'SEVGİNİZDİR'.

21 Haziran 2015 Pazar

İçsel Sızı

             
               

  'Seni kimler aldı, kimler öpüyor seni.
                 Dudağında dilinde ellerin izi var'





Hızla sürerken arabayı, radyoda aniden çalan bir Sezen şarkısı dokunuverir ruhunun bir yerine. Aniden çıkıvermiştir o ses 'vazgeçtim sözlerinden' diyerek girer şarkıya. Her insan kadar yaralısındır ama dokunan kısımlar herkes kadar değildir. Vazgeçtiklerini anımsarsın birden. Kimden ne uğruna vazgeçtiğine bakarsın bide vazgeçilen oldukların gelir aklına.Değersiz hissedersin anlık sonra fark edersin ki sen çoktan vazgeçmiştin. Aslında onlar uzatmalardır. Kendini kandırdığın düşüncelerin gelir aklına ama bu dürüstlük canını epeyce yakar. Çünkü seni en iyi tanıyan yaralarını en iyi deşer. Ve insanı kendinden başka kimse çok yakından tanıyamaz. Deşen de sensindir yaraları sarıp iyileştirecek olanda. Vazgeçilen gözlerden, dudağında dilinde var olan el izlerine geliverir konu. Senin, kokusuna hasret kaldığın adama başkasının dokunuyor olduğu düşüncesi canının en iç kısmına basıverir. Yaran iyileşse de sızım sızım sızlatır, bu sızı ki henüz iyileştirecek bir tabip ya da bir merhem olmayan umutsuz vaka. Hep bu Sezen işte. Şarkılarında dökülüyorsundur. Şarkının ortalarına doğru giren ney taksimi içini işlercesine İstanbul'u anımsatıverir sana. Deniz kokusu gece ışıkları ve o adamla eşleşir hepsi. Aklın birden onunla oluverir.Dalıp gitmişsindir uzaklara. Kendini tamamen dış dünyaya kapatmışsındır. İç dünyanda hummalı bir savaşın eşiğindedir. Peki sen bu savaşın neresindesindir? Derken şarkı değişir, bölünen sancıyla uyanan uykular, dolunayı şaşan aylar. sende saklı olan bir şeyler vardır. İyice karmaşıklaşmısındır. Ondan ne kadar uzak olduğunu fark edersin. Döküksünüdür,  yıkıksındır. Ama uzak olsun da mutlu olsun belki dersin ama ismini duymak bile içini kımıldaştırır. Zaman geçer. Onu tanıyanlar artık eksilir, yiter ya da giderler. İsmini bilen acısını hisseden bir terk sen kalmışsınıdr. Saklarsın, kimselere ismini söylemezsin. Hikayenin en yorgun en sevgili en kazanan ama en kaybedeni olarak sızınla ismini de derinlere gömüverirsin. Hükmedemezsin gözyaşlarına. akmaya başlamışlardır. Ama buna da derki Sezen 'ağlamak senin bu kara dünyada hala sevdiğin ve hissettiğin tüm güzelliğin ve çirkinliğinle var olduğundur' diye. Yaşadığının bir kanıtıdır aslında. Ne yapıyorum ben diye kendini derinlemesine sorgulamaya çalışırken tesadüfen duyduğun bir tını seni kendinden O'na taşıyıvermeye başlar.Sen diye başlayan cümlerele yıllardır yaşadığın taştığın kırıldığın umutlarını ümitlerini sığdırmaya çalışırsın. Olmayacaktır bilirsin. O'nada artık ulaşamazsın sadece denersin işte. Belki herşeyindi belki gençliğindi, Lakin sorgulamaya hala devam edersin. Zıt duyguları yaşarsın belkide. Dönsün dersin bir yanın dönemez der. Nerdedir ne yapıyordurdan ziyade ben onun aklında ne kadar yerdeyim. Ne kadarındayım demeye başlarsın. Bu kadar sorgulamanın ardında gelirsin yine en başa . Sıfır sıfır elde var sıfır. Duyguların seni düşüncesel gezinmeye götürmüş bedenin en naif yerinde sızı hissetmene neden olmuştur.
     Eee ne demişler bir varmış bir yokmuş ama en çok yokmuş. küçük kız ormanda yalnız kalmış çünkü iyi kalpli avcı bir daha asla orana gelmemiş.
         Yüreğimdeki sızıya selam olsun.

Gizli Özne

Güzün gelmesiyle sararmıştı her yer. Üzerine giydiği ince ceket yüzünden metrobüs durağında derinden üşüdüğünü hissetti, müziğe dalmıştı k...