27 Haziran 2016 Pazartesi

Sarı Lamba -2-

     


“Yağmala beni kadın, yüreğinin istediği kadar!
–Diye düşünür erkek; kadın yağmalamaz oysa, çalar..





  Çocukluğunu düşündü. Babasının aldığı kırmızı elbiseyi, ablasıyla oynadıkları oyunları. Aslında çocukken ne kadar mutlu olduğunu anımsadı. Geriye dönmek istedi, yapamadı.  Var olan zaman kavramı buna izin vermemişti. Saatler keşke dursa dedi. Bu kadının zamanla ne alıp veremediği vardı? Geçen her dakika adeta ‘içini’ oyuyordu. O gidemiyordu, zaman akıyordu. Her şeyini ondan aldığı için kızgın olduğunu düşündü aslında. Bu kızgınlık artık öfke boyutunu almıştı. En güzel zamanları önce yaşanması için geçen zaman sonrasında sadece anıları tüketmiş, kadın hızla tükenmişti. Biraz melankolik birazda dipte hızla yaşıyordu. Her şeyi hızla yapıyordu. Bu duruma artık son vermek istediğini düşündü , cesaret edemedi. Daha önce buna benzer bir hissi üniversite yıllarında yaşadığını anımsadı. Yatağın üstünde ağlarken kadın, gözlerini usulca bıraktı kendisini anılarına teslim etmişti..
   Daha ilk okuldan beri başarılara boğulan bu kadın ikili ilişkiler de aynı istikrarı koruyamadı. Bir çok arkadaşından farklı olarak üniversiteyi ailesinin yanında okumayı tercih etmişti. Aile ilişkileri devamlı dalgalıydı. Bir ara çok yakın oluyor bir ara çok uzak olup kendiyle baş başa kalıyordu. Kadında kendilik meselesi vardı. Yağmurlu havalarda camdan dışarıyı izleyip sanki hayatında biri ölmüşte yaşasaymışçasına ağlardı. Nedenini sorunca oda cevap veremezdi. İçindeki kocaman boşluğa anlam veremezdi. Oraya birini koyamazdı. Zaten bir kişiye bağlanılmış umut veyahut içini dolduran şeyin bir şahıs olmasına suretle karşıydı. Adeta güç gösterisi yapıyordu, ama gücün nerede olduğunu bulamıyordu. Bir keresinde üniversite birini sevmek gibi bir aptallık yapmıştı. Aptallık, çünkü sevmek bir nevi apallıktır. Kendinde mutlu olabilirken hayatına gereksiz yere birini alma eylemidir. Her şeyin çok güzel başlaması ile rutinleşen ilişkilerde, aşk pik yaptıktan sonra, hızla geri sayıma geçme anı ve birbirini tüketmeden ibaret olduğunu gözlemeleri ile kavramıştı. Ama o kadar güzel gülüyordu ki gamzelerine vurulmamak elde değildi. Kendini ifade ediş şeklide kadını etkileyecek şekildeydi. Zekası, giyinmesi, öğrenci olmasına rağmen kendine kattıkları başını döndürmeye başlamıştı. Halbuki ‘saçma bir buluşma nasılsa yarım saat oturup kalkacağız’ diye düşünerek gittiği ilk buluşmadan, saatlerce oturmuş saatin farkına bile varmamıştı. Aptallık burada devreye girmişti. Yavaş yavaş kadına verilen ve onu öldürmeye başlayan bir zehirdi aslıda, bu kadar etkileyici karşılaşmayı beklemiyordu. Bir Pazar sahilde dolaşırlarken birden ellerinin elinde, denizi yanında buluvermişti. Neydi nasıldı bilemeden hayatına girivermişti. Kadın için çok fazla şey yapan esas oğlanın öldürücü darbesi kadını yerleyeksan etmişti.


Aptallık diye nitelendirdiği şeyin karnında kelebekler uçuşturmaya başlaması onda farklı hislere yol açmıştı. Aşk bu mu diye sormutu kendin. Galiba evet demişti bir yanı. Ama kelebeğin ömrünün bir gün olduğunu unutmuştu. Zamanla pik yapan aşk kendini tüketime geçmişti bile. Neydi yetmeyen neydi çözülemeyen. Kelebekler neden bir gün yaşardı. Kelebek telaşıyla sevmişti onu.  Yirmi dört saat dolunca, bir mayıs akşamı aşkın üç kişiye fazla geleceğini öğrenerek bu aptallığa bir son vermesi gerektiğini düşündü. Sahilde yaptıkları uçurtma ile aşkını da salmıştı sonsuza. Herşey kelimeler kadar etkili olmadı kendi içinde devirdiği savaş çığır açıcı bir noktaya gelmişti. Her şey İyiy’MİŞ , güzel’MİŞ gibi yaşamaktan , cümledeki ‘gibi’ edatı rolünü üstelenmişti aslında. Evren kanunuydu bu bir şey ters olmaya gösün, her şey ters giderdi bir anda. Neye elini atsan hem de. Her şeyi bırakmıştı birde. Hatta kendini bile. Bu tepki biri için değil, çiğnene kadınlık onuru ve hazmedemeyişin patlama şekliydi. 

14 Haziran 2016 Salı

Sarı Lamba -1-



yaramdan akan kanla fersah fersah kulaç atıp vardım sokağına. ama beni o kaldırımda vurdular. sen bir kez cesedime rastlamadın.

Yağmur iyice bastırmıştı, hava da kararıyordu, 'bir an önce eve gitmeliyim' diye geçirdi içinden. Zaten üşüyen içi iyice titremeye başlamıştı. İçinde doğmayan umutlar, evrende doğmayan güneş anlamına gelmiyor muydu? Eve gittikten sonra içindeki hüzün derinleşmişti. Islak üstünü değiştirip, komedinin üzerinde duran lambayı yaktı ve eline fotoğraf albümünü alıp incelemeye başladı.
    O gittikten sonra her şey nasılda değişmiş nasıl da katlanılamaz bir hal almıştı. Onun anısını yaşatmak için salonun duvalarına aniden çekilen veyahut özellikle poz vererek afilli giyinip çektirdikleri resimleri asmıştı. Asarken ağlamasına engel olamamış, bir kaçına sarılıp uyuya kalmıştı. Halbuki son zamanlarda da pek geçinemediklerini farketmişti. Hatta gitmesini istemeyi bile kafasından geçirmişti ama bu şekilde değil.
    Sabah olduğunda siyah kotunu ve en beğendiği beyaz gömleğini giydi. Hafif bir iç sıkıntısı olduğunu hissetti. İş yerindeki önemli toplantı stresi olduğunu düşündü. Karnına ağrılar girdi. Ellerinden soğuk soğuk terler akıyordu.. Uzun siyah saçlarını hafifçe savurdu, en sevdiği rujunu sürdü, aynada kendine iyice baktı. Yaşlanmaya başladığını düşündü, ama hala güzelliğini koruduğunu ima ederek kendini şımarttı. Kahvesini hazırlarken birde şarkı açtı. Tüm salonda şarkı yankılanırken balkondan doğan güneşin içini ısıttığını hissetti. Deri ceketini giydi hızla pabuçlarını ayaklarına geçirdi ve arabaya indi. Uzun boyuna rağmen topuklu ile yürüyüşü oldukça etkiliydi. Arabaya bindi. İş yerine gelmişti. Tam arabanın torpido gözünden kağıtlarını alacağı sırada, kötü bir el yazısı ile yazılmış olan 'seni seviyorum, başaracağına inanıyorum' yazısını okudu. Güldü. Kalbi hızlanmıştı. Bir dakika kadar arabada durdu. Ona aşık olduğu o ilk günü, yaşadıklarını, son süreçleri geçirdi aklından. Her şey ne kadar da hızlı gelmişti ona hâlbuki beşinci yıllarındalardı. Akşama en sevdiği yemeği hazırlamak için plan yaptı. Hızla odasına çıktı, son hazırlıklarını yaptı ve sunum başladı.
    Keşke dedi içinden her şey o sunum anında kalsaydı da zaman ilerlemeseydi. Islak saçlarını hızla kuruturken ıslak göz yaşlarına çare bulamadığını farketti. Yağmurlu havayı hiç sevmezdi. Hatta gök gürültüsünden korkardı. Kavgalı bile olsalar, o bunu bilir ve hemencik yanına ilişerek 'korkma ben buradayım ' derdi.O gün öyle olmadı. Yağmurlar yağmaya devam etti, gök gürledi  ve kadın ağladı. Adam hiç gelemedi. Kadın içi çıkasıya kadar ağladı. Bir ara ağlarken uyuya kalmıştı. Telefonun sesine irkildi.. 
    'Her şey çok güzel geçti akşama bunu kutlayacağız' diye sesli mesajını bırakmıştı bile. Saatin geç olmaya başladığını düşündü. Trafiğin yoğunluğu canını sıkmıştı ama hiç bir şey o akşamın tadını kaçıramazdı. Markete girdi ve bir sürü alışveriş yaptı. malzemeleri taşırken 'abartmış' olduğunu farketti. Arabayı çalıştırdı, gününü anlatmak için annesini aradı. 

Gizli Özne

Güzün gelmesiyle sararmıştı her yer. Üzerine giydiği ince ceket yüzünden metrobüs durağında derinden üşüdüğünü hissetti, müziğe dalmıştı k...