28 Kasım 2015 Cumartesi

DENİZİN MAVİSİNDE ELLERİNDE


    
                     Yaşamın neresinden dönülürse kardır..
                                                           Nilgün Marmara


      Aynaya baktığında gördüğüm her yeri yara bandı içinde ruhumdu. Bazıları hala kanıyordu. Sızım sızım sızlıyordu. Umursamadım. çantamı aldığım gibi kendimi dışarı attım. Kimsenin bilmediği o deniz kıyısına gittim her zaman ki gibi. Soğuk rüzgar iliklerime kadar işlerken beynimden fikirler ruhumdan acılar rüzgarla sıyrılıp gitmiyorlardı. Sessizleştim. kendime kulak verdim. Bak yine geceler isyan. rüzgar uğulduyordu. bastıramadım daha fazla. sol yanağım ıslaklıktan dolayı sağ yanağımdan daha soğuktu. daha çok üşüdüm. Denizin hırçın dalgasında kaybolup gitmeyi arzuladım. amaçsızca. hem gidersem dedim, Kimsecikler farketmez ki. anlamazlar. Birde birde üzülen kimse olmaz. Durdum, düşündüm. Peki bu neyin üzüntüsüysdü. Kendime bile üzülmüyorken. 
    Hayaller kurduğun hayatın yıkıldığını görünce kendine bile güvenin kalmıyormuş insanın. Bir nevi gerileme. Yapacaklarım çok var dedim. istediklerimi hayallerimi düşündüm. çabaladım. Ama kendime bir şans vermenin mantıksızlığına Kapılamadım. kendimi kıyıya bağlayacak bir ip bulamadım.  Hem benim yerim denizlerdir. Maisine doyamadım, siyahında boğulmak istediğim. Hem hem hem belki kimseyi beklemeye gerek kalmaz. gelip gelmicek diye ikilem yaşamazsın. çünkü orya kesin gelicektir. Ve dedim ki ölüm cesaret işidir. kendimi orada bıraktım. bir tepeye çıktım. gecenin ayazında üşürken, siyahında kaybolmaya başladım. sadece su hırçınlaşmıştı. Gidişimi kolaylaştırdı. 




29 Ekim 2015 Perşembe

Mütemadi Bensizlik









     Saçımın teline zarar gelse dünyayı yakacak olan adamın canımı yakması ne komik. Ondan sonra korumaya alıyorsun kendini, yavrusunu koruyan anne gibi. Sonrasında etrafı toparlarken bir bakıyorsun ki unutmuşsun yaşamayı. Kendini atmışsın bir kenarıya seni arıyorsun her yerde. Göremiyorsun yanındakini. Hayatı yaşamayı uzakta sanıyorsun da kendini bir türlü yaşamıyorsun. Sonrada ruhuna ilişmeye çalışıyorsun ama nafile.. Mütemadi bir ümitsizlik çöküyor omuzlarıma. küçük şehirde büyük umutlar vardı hayatın içinde. Kocaman şehirdeki orantının ters oluşu pekte rastlantısal bir şey değildi üstelik. 
Baktığında göreceği şeyden çokça uzaklaşmış olmayı dilemişti ruhum. Orada duran güneşti. Karanlıkta kalan gölgeydi. Ruhum hala bedenimin gölgesinden çıkabilmeye cesareti yokmuş gibi sığınmış sanki. Gidebilmek mi? Şehirler arası yolculuklarda tanıdım kendimi. Yada tanıdığımı sandım. Uzun uzun düşündüm. Şoför otobüsü bense ruhumu kullanma çalışıyordum. Tek fark vardı. O kaza yapmadan varabilmişti. Bense ruhsal olarak a noktasından hareket etmiş b noktasına hızla yol almakta olup, acı bir frenle kaza yapmıştım. Neydi tedavisi? Bunu da bilebilir miydim? Bilmiyorum. Bu kelimenin içine bazen hapsolduğumu hissediyorum. Atıveriyorum kendimi deniz kenarına. Hayatın kenarına itilen bir insana gibi. Tuzu yakıyor genzimi boğazın. Güneşi değiyor hücrelerime. İliklerim diyorum, onlarda hissetmeliyim. Eksik olan neydi? Neydi? Bir tını, ses, koku ya da doku? Neydi götürür beni sana? Pardon sen kimdin. Hayalimdeki sen. Söz vermiş sen. Gitmeyen sen. Ütopyalarımın prensi. Ne de komik. Komik mi? Komik olan ne biliyor musun? En kötü zamanlarda yalnızlığı dipte hissetmek, başını yastığa koyunca kimseyi düşünmemek. Ne bileyim sahilde biranı yalnız yudumlamak. Hayır hayır kıskanmıyorum. Bunu da nerden çıkarttın. Abartıyorsun. Mutlu insanlar hep mutlu olsunlar. Ahh bu yalan inanıyorsunuz demi. Kimse sonsuz kadar mutlu olamaz. Bu gerçekler yüzleşemiyoruz maalesef.. 

5 Ağustos 2015 Çarşamba

KADININ DERİNLİKLERİ



İnsanlar ve hatta ölüm yoruldu..


         Yüzüne karşı ' hiç mi sevmedin !' diye bağırarak hızla uzaklaştı kadın. Ruıhundan akan kan birikintisinin üzerinden hızla geçmesiyle saçıldı her yere kanları. Bedenini de alıp hızla uzaklaşmalıyım diye düşündü içinden. Hızla giderken, ruhunu da düşüncelerini de kendisiyle götürdüğünü farketti kadın. ;Değiştirmesi gerekenin, değiştirmeye başlaması gerektiği şeyin çevresi olmadığını anlamıştı. Zaman da yanında sinsice ve aynı tempoyla ilerliyordu. Önüne gelen ilk sokaktan sağa sapıp gölgede oturup, zamanın yanından geçip gitmesini bekledi. Her şey geçti de bi o geçmedi. Atlattığını düşünen kadın kafasını hafifçe ışığa çıkartıp bakınca etrafına, zamana yenik düştüğünü anladı. Oda oracakta kadını bekliyordu. Ruhunu toplayıp teslim olmaya gitti. Daha ne kadar kaçabilirdi ki? Yarasının kanadığını daha yeni farkediyordu. Etrafa saçılmış kandan akbabalar üşüşmeye başlamıştı bile. 'Zamandan kaçarken birde bunlar üşüştü etrafıma' diye içinden geçirdi kadın. Ayaklarını suya uzattı. Deniz bir nefeslik yakınında idi. Su birden kıpkırmızı olmuştu. Yitip gidenin geçmesini beklemek kendinden kaybetmekmiş olduğunu yeni anladı. Kendini kaybediyordu. kaçtığı zaman yanında kurtarmaya tenezzül etmeden bekliyordu onu. Oracıkta halsiz düştüğünü farketti. Eski bir tını yahut bir ses istedi etrafında. Basit şeyler söyleyen, ama etkili bir ses. Bir günaydın mesela. 'güneşin doğuşuna bile anlam yüklüyorum ama bu kelime anlamını ruhumdan alıyor' diye içinden geçirdi kadın. Hafifçe kapadı gözlerini. Gökkuşağının üzerinden mutluluk diyarına giderken gördü kendini düşlerinde. Kimsenin bilmediği gezegen de herkesten mutlu olduğunu hissetti. Yarasını kontrol eti. Sanki hiç açılmamıştı yarası.Kendisini dinlemeye karar verdi. Aldı ruhunu karşısına kulak verdi ona. Sanmak ve olmakta değil, kendi içindeydi. Bu ayna keskin ama her şeyi görmesini sağladı. Hayal dünyasından gerçekliğe giderken kadın, Yolunu kaybetti. Bir daha hiç uyanamayacağını düşünerek kendini sonsuzluğa teslim etti kadın. En kırıldığı yerden kıranları da düşünerek elveda etti dünyaya...


4 Ağustos 2015 Salı

ARTI SONSUZ BAĞLACI




       Birisine anlatmakta ucuzlatıyor ya işi, ne bekliyorsun karşındakinden o acıyı gidermesini mi? En iyisi susmak, susamıyor da insan!




         Dolunay olduğu bir gecenin serinliğinde üşümüştük belki. yanımdaydın tam yanımda. beraber seyrederken o güzel manzarayı, doyamayacağımızı düşünmüştük belkide. düşnmüş müydük? Ben tek düşünmüş olabilirim. Bu ifadeleri hep paralel hissetmek istememden olamaz mı? Rüzgarın getirdiği tınıyı hissetmemek ne mümkün. bir dakika lütfen evreni o an durdurur musunuz? Genelde mutluluk aramak, mantıksız çoğu zaman yersiz. anlık arayacaksın. Hatta aramayacaksın, anlık yaşayacaksın. mutluysan sarıl o ana sımsıkı. tadını çıkart. korkma, kaçıp gitmesinde.  Senin olan andan korkmak belkide kaybetme korkusunun  en temelinde yatan ilk sarsıntıdır. Neyi neden yapmak istediğini sorgular durursun. kendin, sorgularsın. yaşamını sorgularsın. meşhur O'nu kendi çapında sorgularsın. herkesin karşısında sesi çıkan sen, Karşısına geçipte sen bana ne hissediyorsun diye sormaya korkar. neden korkulur ki? o zaten senin değil, Belki yine aynı kalcak ama belkide senin olmaya başlıcak. tabiki bir obje gibi bahsetmiyorum, kastettiğim sevgisi senin olacak. hiç bir zaman bir insanı tamamen elde etmeyi düşünmemek ve beklememek gereklidir. Yoksa bu aptallıktan öteye geçmez. hem biraz seninle olursa dolunayı özlersin, rüzgarda üşümeyi özlersin, Onu umarsızca kalabalıkta izlemeyi özlersin. yalnız başına bu satırları yazarken masa da özlersin işte. Tehlikeli sorularla başlama kendine. Bu tehlike ölümcül ama bedensel değil, bağsal. şöyle ki iki kişilik ilişkilerde en son sorulması gereken şeydir neden. Zedeleyici, yıkıcı , güven sarsıcı bile olabilmekte. Güven demişken uzaktan bakarken beklediğine guvenirsin ama yaklaştıkta veya yaklaşmayı düşündükçe güvenin azalır. Kafandaki bir hayalden öteye geçemeden yitip gide belkide. off ne çok belki kullandım. hayatımız kumar adeta, olasılık üzerine kurulmuş. 'evet evlat yalnızlık mı aşk mı?' diye soran yaşlı amcalara rastlamışım da , bundan sonrası elindeki prayaı havaya atarken avucuna düşecek yüzünün belirleyecek oluşunda saklıymış gibi. gibi gibi gibi, bir benzetme belirtecinden ötede oldu bende. Kelimelerle yakın ilişkiler içerisindeyim heleki bağlaçlar çok severim onları. Çünkü sadece cümlelerde bizi yan yana getirebiliyorlar. Yürüyen bağlaçlar istiyorum bayım. Seninle ben diye anlamsız bir cümle kurayım, ile tutsun kolundan seni bana getirsin. ben tamamlamadan bitmesin cümle. Kağıt parçasında eksilip kelimele dökülüp gitmesin. kalsın hep.

9 Temmuz 2015 Perşembe

Ruhumun Kelimeleri


Fakat Allah kahretsin ! İnsan anlatmak istiyor albayım, öyle budalaca bir özleme kapılıyor; bir yandan da hiç konuşmak istemiyor, tıpkı oyunlardaki gibi çelişik duyguların altında eziliyor.
Fakat benim de sevmeye hakkım yok mu albayım ? Yok. Peki albayım. Ben de susarım o zaman, gecekondumda oturur anlaşılmayı beklerim.
Fakat albayım, adresimi bilmeden beni nasıl bulup anlayacaklar ? Sorarım size, nasıl ? Kim bilecek benim insanlardan kaçtığımı ?
Ben ölmek istiyorum sayın albayım. Ölmek. Bir yandan da göz ucuyla ölümümün nasıl karşılanacağını seyretmek istiyorum.
Tehlikeli oyunlar oynamak istiyor insan, bir yandan da kılına zarar gelsin istemiyor. Küçük oyunlar istemiyorum albayım.


Halbuki sadece güneş evrende batacaktı, ruhumda değil. karanlık usulca ılıştı ruhuma. gece oldu kapkaranlık. oysa içimde bir kıpırtı hissetmiştim yakın zamanda. neydi o? yoksa hallüsinasyon mu? yapmayın hislerin yansıması ı olur? ne yani benden bir nadide daha paralel evrende mutluda bana arada yansıması mı geliyor. deniz kenarında daha mutlu olmamın sebebi de budur demi? şu an fizik kurallarını yerle bir ettim lakin ne önemi var k,. yerle bir olan tek kurallar mı? ruhum, onu neden kimsecikler sormuyor. kimsenin vakti yok durup dinlemeye anlamaya. yapılacak çok şey vardı. ben neyi seçtim, neden seçtim? evet sayın okuyanlar, bir nadide karmaşasına daha hoşgeldiniz. lütfen ışığı takip ediniz, derin ve girintileri olan bir yerdesiniz. sizi ben bile bulamayabilirim.zaten bulabilsem, ruhumun en hassas yerlerini bulup onarırdım. onlarsız mı yaşamak, tamir mi etmek, yara bandı mı? gemilerimi yaktım ben sayın okurlar. ne olacak diye düşünmekten bıktım. belkide düşünmekten bıktım. anlatmaya çalışmıyorum artık. yazıyorum, ama okumuyor işte. hem sevmezmiş falan. kim sevmezmiş? bende bilemedim. kendimle mi çeliştim? ooo çok karmaşıklaştı. düğümlerim üstüne bir düğüm daha. sadece neyse bir önemi yok. yazmayı özlüyorum en çok. kelimelerle özdeşleştiği hissediyorum artık. sessiz sakin bir gecede kendi karanlığımdan yazıyorum. konumda belirtildiğine göre şarkımıza geçebiliriz. duruma uygun bir şarkı, The Moody Blues - Melancholy Man. belkide sözlerinni anlamıyoum ama, ruhumda bir yere dokunduğu kesin. zaten bizim ilgilimizi çeken şeyden tutun, mutsuzluğumuzun sebebinde bile dokunan şeyler yatmıyor mudur ki? çok mu soru sordu? olabilir. bu gece farklı bir konsepte yazıyorum. içimin zincirlerini saldım. neden kime neye? bilinmezliğin en garip noktasındayım. aniden diyorum, deniz kenarı ve ruhuma işleye bir grubun şarkısı. birde gece serinliği. anlatcaklarım bu kadar. lakin kelimeler bazı anlamlara gelmiyor..



25 Haziran 2015 Perşembe

BENİMLE SEVER MİSİN?

                       

En iyi ilaç Sevgidir!



       Zaman hızla akıp gitmekte. bizse yirmi dört saatin yirmi dördünde de bir şeyler yapabilmek için devamlı bir çaba içerisindeyiz. Zaman nakitmiş eski bakkal defterlerinde. Lakin bizden eksilen, yitip giden şeylerin farkında olamıyoruz maalesef. bu eksilmeler bireysel bazında önemsiz görünse de, büyük resme bakıldığında toplumsal dejenerasyon denilen durumla karşı karşı kaldığımız sonucu inkar edilemez halde. Her geçen gün değişen dünya düzeni, çoğu zaman olumlu şeyler katsa da, temel çekirdeği oluşturan aile yapısı üzerinde ciddi zedelenmeler doğurmaktadır. bir tahterevalli gibi düşünmeliyiz, pozitiflik getiren birçok şeyin, kavramlar arası uzaklaşma getirmektedir.
                      Bir evin içinde herkeste telefon, herkeste bilgisayar, herkeste tablet. Herkes yoğun. Herkesin çalışması lazım. Kutu gibi bir ev herkes kendi odasında masa başında yada koltuğunda elinde telefon. Kimse kimseyle konuşmuyor, paylaşmıyor. Aile kavramının tanımını bu durum karşılaşmamaktadır. Aile demek sadece birbirine yasların getirdiği haklar doğrultusunda aynı evde yaşayan bireyler demek değildir. Aile kavramı derininde ciddi ruhsal bağlar barındıran, duyguların yoğun olduğu bir kavramdır. Bağımlılıktan değil, bağlılık, maneviyattan bahsediyorum. dizine yatan çocuğunun saçını okşarken okuduğu kitabın verdiği huzuru sosyal medyada aramak, keza okulda olumsuz yaşadığı bir durumu ailesiyle paylaşmak yerine sosyal medya da takipçileri ile abartarak, küfrederek, 'daha ne kadar popüler olabilirim' diye durumu çarpıtarak anlatmak.
                   Aile bağları güçsüzleşmekte. Akabinde saygı kavramında azalma, gösteriş için sevgi yumakları su yüzünde kalmaktadır. Toplumsal olarak nasıl bir inkar mekanizması kullanıyorsak, kimse bu durumu sorgulamıyor. Tam tersine ağlayan çocuğunun eline tablet alıyor ki sussun. Çocuk anlık keyif alıyor, anne/baba sanıyor çocuk artık mutlu. Anlık mutluluklar gelecekte kalmazlar. Farkında olmasan hasarlı çocukluk yaşatıyoruz çocuklarımıza. Ne derse yapılıyor, paralar akıtılıyor. Kimse sevgisini paylaşmak istemiyor. Göstermiyor hatta ve hatta sevmiyor. Sonra mı ne oluyor? Sonrasında hasarlı ikili ilişkiler, artan boşanmalar, kadına ve çocuğa şiddet, evi terk etmeler Travmatik nesiller birbirini buldukça sonsuz döngüden kurtulmamız biraz zor gibi durmaktadır. Önceliğimizi farketmeye temel soruna kilitlenmeye ayırmamız galiba ilk lakin insanlık için büyük bir adım olacaktır.
          Unutulmamalıdır ki çocuğunuza vereceğiniz en güzel miras 'SEVGİNİZDİR'.

21 Haziran 2015 Pazar

İçsel Sızı

             
               

  'Seni kimler aldı, kimler öpüyor seni.
                 Dudağında dilinde ellerin izi var'





Hızla sürerken arabayı, radyoda aniden çalan bir Sezen şarkısı dokunuverir ruhunun bir yerine. Aniden çıkıvermiştir o ses 'vazgeçtim sözlerinden' diyerek girer şarkıya. Her insan kadar yaralısındır ama dokunan kısımlar herkes kadar değildir. Vazgeçtiklerini anımsarsın birden. Kimden ne uğruna vazgeçtiğine bakarsın bide vazgeçilen oldukların gelir aklına.Değersiz hissedersin anlık sonra fark edersin ki sen çoktan vazgeçmiştin. Aslında onlar uzatmalardır. Kendini kandırdığın düşüncelerin gelir aklına ama bu dürüstlük canını epeyce yakar. Çünkü seni en iyi tanıyan yaralarını en iyi deşer. Ve insanı kendinden başka kimse çok yakından tanıyamaz. Deşen de sensindir yaraları sarıp iyileştirecek olanda. Vazgeçilen gözlerden, dudağında dilinde var olan el izlerine geliverir konu. Senin, kokusuna hasret kaldığın adama başkasının dokunuyor olduğu düşüncesi canının en iç kısmına basıverir. Yaran iyileşse de sızım sızım sızlatır, bu sızı ki henüz iyileştirecek bir tabip ya da bir merhem olmayan umutsuz vaka. Hep bu Sezen işte. Şarkılarında dökülüyorsundur. Şarkının ortalarına doğru giren ney taksimi içini işlercesine İstanbul'u anımsatıverir sana. Deniz kokusu gece ışıkları ve o adamla eşleşir hepsi. Aklın birden onunla oluverir.Dalıp gitmişsindir uzaklara. Kendini tamamen dış dünyaya kapatmışsındır. İç dünyanda hummalı bir savaşın eşiğindedir. Peki sen bu savaşın neresindesindir? Derken şarkı değişir, bölünen sancıyla uyanan uykular, dolunayı şaşan aylar. sende saklı olan bir şeyler vardır. İyice karmaşıklaşmısındır. Ondan ne kadar uzak olduğunu fark edersin. Döküksünüdür,  yıkıksındır. Ama uzak olsun da mutlu olsun belki dersin ama ismini duymak bile içini kımıldaştırır. Zaman geçer. Onu tanıyanlar artık eksilir, yiter ya da giderler. İsmini bilen acısını hisseden bir terk sen kalmışsınıdr. Saklarsın, kimselere ismini söylemezsin. Hikayenin en yorgun en sevgili en kazanan ama en kaybedeni olarak sızınla ismini de derinlere gömüverirsin. Hükmedemezsin gözyaşlarına. akmaya başlamışlardır. Ama buna da derki Sezen 'ağlamak senin bu kara dünyada hala sevdiğin ve hissettiğin tüm güzelliğin ve çirkinliğinle var olduğundur' diye. Yaşadığının bir kanıtıdır aslında. Ne yapıyorum ben diye kendini derinlemesine sorgulamaya çalışırken tesadüfen duyduğun bir tını seni kendinden O'na taşıyıvermeye başlar.Sen diye başlayan cümlerele yıllardır yaşadığın taştığın kırıldığın umutlarını ümitlerini sığdırmaya çalışırsın. Olmayacaktır bilirsin. O'nada artık ulaşamazsın sadece denersin işte. Belki herşeyindi belki gençliğindi, Lakin sorgulamaya hala devam edersin. Zıt duyguları yaşarsın belkide. Dönsün dersin bir yanın dönemez der. Nerdedir ne yapıyordurdan ziyade ben onun aklında ne kadar yerdeyim. Ne kadarındayım demeye başlarsın. Bu kadar sorgulamanın ardında gelirsin yine en başa . Sıfır sıfır elde var sıfır. Duyguların seni düşüncesel gezinmeye götürmüş bedenin en naif yerinde sızı hissetmene neden olmuştur.
     Eee ne demişler bir varmış bir yokmuş ama en çok yokmuş. küçük kız ormanda yalnız kalmış çünkü iyi kalpli avcı bir daha asla orana gelmemiş.
         Yüreğimdeki sızıya selam olsun.

24 Mayıs 2015 Pazar

Siyahla Mavi Arasında

     İçimi boğan bir his var, sanki hiç geçmeyecek.
(https://www.youtube.com/watch?v=VYCOg-yglNM)



   Gökyüzü mavinin her türlü tonuna sahip oluşunu izlerken, anlıyorsunuz zamanın aktığını. Akıyor mu koşuyor mu bunu kavrayabiliyor musunuz? Tıpkı küçük bir çocukken annenizin hızlı koşuyorsun diyince dinlemediğiniz gibi, zamanda sizi dinlemiyor. Günler ayları, aylar yılları kovalıyor. peki kendimizde ne oluyor diye düşünebiliyor muyuz? 

      En devasa bedensel yaraların iyileştiği tıbben artık mümkünken, en iyi psikiyatrist bile ruhsal yaralarınızın sızılarını azaltabiliyor sadece, Çünkü oradan çok derin darbeler iz bırakıyor. Adeta öldürücü. Lakin ölmüyorsun. Sonra ne mi oluyor? Benim gibi,  dokununca kanıyorum başta. kırılıyorum sanki camdan ruhum varmış gibi. iyileşti sandığım şeylerin bir yıldızın parlaklığı bile ansızın hatırlatıp kanatması, ne muazzam acı anlatamam. 
    Vücudunuz bir darbe alıp yaralandığında, önlemler alırsınız. Ağır kaldıramazsınız, gülmezsiniz, koşmazsınız gibi. Fakat ruhunuz travma aldığında neyi, nerede, nasıl anımsamayı yönetemiyorsunuz. O zamanda en uzaktan geçti sandığınız acıların aniden karşınıza çıkması sizi derinden etkiliyor. Etkilemiyor baştan kanatıyor. Düşünsenize biraz ; düştünüz, diziniz çok kötü yaralandı. Birde dizinizin kontrolü sizde değil. Olmadık yerlerde ve zamanlarda yine düşebilirsiniz. Ve dizinizin artık acımadığından emin olup özgürce koştururken mutluluğa, aniden düşüp canınızın en derinden yeniden yaralanması, acıması. İşte ruhsal yaralanma ve tekrarlama da bundan ibaret. Her şey yolunda giderken aniden düşen modum beni yoruyor. yüzüm asılıyor, konuşmak istemiyorum ve adeta koşarak uzaklaşmak istiyorum. Dile dahi getirmek istemiyorum çünkü saçma. Evet bence çok saçma. O an şiddetli bir öfke yaşıyorum ama kendime. Sonra düşünüyorum, uykumun çalındığı o uzun gecelerde. Bazende o mutlu anı mahvettiğim için kızıyorum kendime. Artık ağlamıyorum, aklıma gelmiyor demek tamamen kurtulabilmek mi sanıyorsunuz? Kim bilir belkide bir girdap gibi. Yavaş yavaş çekiyor sizi içine, farkında olmadan. Taki nefesiniz kesilene kadar. 
     Yaşadığını idda ediyorsun. Bak kalbim atıyor diyorsun. Bu kadar basit mantıksama kuracak olursak;  hissetmemek, ruhunun öldüğü anlamına gelmesi gerekmez mi? Tanrımm  ne garip ikilem! Bu ne yaman çelişki. Yazarken bile sorgulamadan edemedim kendimi. 'bu belki soruyorsunuzdur hep yazarın kendiyle sorunu ne diye? '. İnanın insanları anlamak için önce kendimi anlamaya çalışıyorum. yoksa yaşayabilir miyim kendimsiz?
   Bahçede otururken kapıldığım garip hisler şu satılarda kelimelerin buluşmasına sürükledi beni. Halbuki basit bir yıldızın parlaklığını düşünüyordun, esen serin rüzgarla. Ne de güzellerdi. Ve hep oradalardı. Gözümü açıyordum oradalardı. Tüm gece yanımdalardı. Tıpkı yanımda olmasını arzuladığım ben gibi.
   Unutmayın ki, kendi içinize yapacağınız yolculukta ne vizeye, ne pasaporta ne de uçak biletine ihtiyacınız var. Tek ihtiyacınız olan şey cesaretiniz ve kendiniz.



16 Nisan 2015 Perşembe

Kendilik Tınısı


İlla bir renk giyeceksen mavi giy mesela,
deniz misali..



Doğan güneşin ışığıyla içime sızan heyecana araladım kapılarımı. Sanki ardından ritmimi artıracak kişinin gelişini bekler gibi. İnce bir müzik açtım. Tınısı hiçte gelmeyen bu müzikte yıllardır tanıdığım bir sesten duyuyor gibiydim. Sanki o banka her gün geliyormuşum gibi bir hava esti. rüzgarda tanımıştı beni. dniz en tuzlu kokusunu burnuma değdirerek elam verdi belkide. Çevremdeki çılgın kalabalığa inat kendimleydim, yalnız değildim. Çevremi uzun uzun izledim. Eskiden güneş hiç doğmayacak ve karanlık nemli odalarda ölüme bir adım daha yaklaştım diye sevinerek uyanırken güne, şimdi o günlerden sayıca az adımca çok uzaktayım aslında. Takvimler reelde bir gün atsa da ben koşarak uzaklaşıyorum. Bu kaçmak değil, aşmak, ya da yıkmak ya da devrim. Çığır
açıcı bir yenilik. 
Bazen insanlarda hiç böyle hissedemezmiş bir daha gibi saçma bir düşünce takılıp kalırdı ya içine, düğümlenirken kelimeler boğazına zorla nefes alırdın adeta. Ben tam olarak öyleydim. Yol katetedim. Gağ, deniz, ova aştım adeta. Yoruldum dinlendim. Lakin kendim olmaktan hiç vazgeçmedim. Ruhumun kıpır kıpırlığın da yüzümde minik bir tebessümle kelimeler bir bütün oluveriyorlar şu anda. Düşüncerim hücuma kalkmış parmaklarıma onlar hükmediyorlar. Hissedebiliyor musunuz havadaki enerjiyi? Bu koku bu tat bu, bu çok tanıdık ama çok uzak. Çok güzel ama ürtücü. Çok istekli ama tereddütlü. Neydi ki bu? ama bunun bir önemi yok. Var olması bazen yeterlidir. Hem ne demişti şair sevdiği kadına ' Yanımda yürüyordun Milena, düşünsene, yanımda yürümüştün' . Buda onun gibi bir şeydi benim için. ismi cismi ünvanı sıfatı önemsizdi. yanımda yürümüştü sadece. ama uzaktıda. Belki de her bir uzaklıkta daha da heyecan verici olabilecektir. Soru sormuyorum artık. ve buradan hayata sesleniyorum. Süprizlerine hazırım gelebilirsin.



10 Nisan 2015 Cuma

ALBERT CAMUS - YABANCI

     
    Ölümle biten yaşam saçmadır, evet. Bunda kuşku yok. Ama, yaşam ölümle bitiyor diye, kapayacak mıyız gözümüzü, yüreğimizin kapılarını bu yasanası dünyanın güzelliklerine, bunlar yanında insanların acılarına, çaresizliklerine? Mademki yaşıyoruz, yaşadığımız sürece mutlu olmaya, sağımızda solumuzda mutluluk yaratmaya bakmalıyız. Mutluluk, bir yerde ve her yerde, hiçbir şey beklemeden dünyayı, insanları sevmektir, diyor 



Bir arkadaşımla birbirimize kitap hediye edelim diye anlaştıktan sonra, raflarda gözüme çarpan bir kitaptı. 'aynısından kendime de almalıyım' diye geçirirken içimden birbirimize aynı kitabı hediye edeceğimizi hiç tahmin etmemiştim aslında. Kitabın satırlarında gezinirken var olan kalıpta olmayan bir adama rastladım tasvirlenmiş kelimelerde. 
      Kelimeleri takip ederken 'varoluşçuluk - egistansiyalizm' diye bir felsefi akımın sınırlarında olduğumu farkettim. 20.yy da Fransa sınırları içerisinde ortaya çıkmış bir akım. Ana maddesinin 'varoluşözden gelir' düşüncesi ile yoğrulmuş bu akımda insanın önce varolduğunu, da sonra hareket ve davranışlarıyla kendi kendini yeniden yarattığı savunulmaktadır. Kitabın akımın temelinde absürdizm yatmaktadır.bu kavram gerçeğin yitimi kavramının ana maddesini oluşturmaktadır kısaca absürt-dizm, dünyadaki anlam yitimi nedeni ile, herhangi bir zamanda, her şey herkes için geçerli olabilir. Bu kaybolan gerçeğin içinde birey; hiç hesapta olmayan trajik bir olay ile karşı karşıya kalabilir diye anlamlandırılabilir. Kitapta annesinin ölümüne bir tepki vermeyen ve bunu nesnel yaşayan Mersault'un içinde bulunduğu hayata karşı koyduğu mesafe ve ikili ilişkileri dikkatimizi çeken kavramlardan bir tanesi olarak karşımıza çıkmaktadır. kendi hisleriyle ilgili şeyleri ' kendimi bomboş hissediyorum aynı zaman da birazda başım ağrıyordu' ifadesi bunu fazlaca desteklemektedir. Sonucunun her şey de aynı olacağı düşüncesiyle bir şeyi yapmakla yapamamak arasında bir fark olmadığını dillendirmektedir.İnsanın hiç bir zaman tamamen mutlu ve mutsuz olamayacağı düşüncesi, nasılsa hepimiz bir gün öleceğiz yapılana anlam yüklenmemesi, nesnelere değil yaşama değer yüklenmesi kitabın çıkış noktalarında karşımıza çıkmaktadır.
       Bir solukta okuyacağınız bu kitapta ilginç bir bakış açısı kazanmanız an meselesi. Kitabı usulca kitapçı rafından alıp kendi içindekilerle yüzleşip, içinizdeki yabancıyla konuşun. Zaman akıp gidiyor ama bunun da hiç bir önemi yok. 

24 Mart 2015 Salı

Hayat Hayat Zaman





Vakit varken tomurcukları topla . Zaman hala uçup gidiyor ve bugün gülümseyen bu çiçek yarın ölüyor olabilir. (https://www.youtube.com/watch?v=jdSq9UMDTKs&list=RDNwHOW51b5uk&index=4)


          Akrebin yelkovanı takip ettiği birimdir aslında zaman. Bazen bize yetmeyen bazen geçmeyen anları barındırır. Bazen bir ana bir çok şey sığdırırız da bir şeye bir anı sığdıramayız. Saatler saatleri takip eder, biz o anları kimi zaman farketmeyiz bile, zaman su gibi akıp geçiyor deriz de o su nereye gidiyor bakmayız, hatta bu durumu önemsemeyiz bile. Ayağımızın altındaki kumlarla çamur olup sağlanıp kalmış mıyız, yoksa o suyla kocaman bir okyanusa mı sahip olmuşuz? Bunu anlamak zor değildir ama hayatımızda durup düşünmeye vakit ayırmayız. Vaktimizi hunharca her şeye ayırırız, kendimiz hariç.
Tınısı işitilen bir müzik gibi ritmine uyuveririz hayatın. Onu zamanla denk tutabiliriz aslında. Hem vakit nakitmiş eski bakkal defterlerinde. Ne kadar değerliymiş bizim önemsemediğimiz. Sonra aynaya bakar saçlarımızdaki akları sayar yılları düşünürüz. bir noktaya dalarız, Burası bir manzara, bir evin arka bahçesi, top oynayan çocuğun saçının dağınıklılığı, el ele tutuşan çiftin ellerine, ağlayan bir kadının yüzü olabilir. Neresi olduğunun önemi yoktur o an. Zaman trenine binmişsinizidir bile. Bu durum bazen canınızı acıtabilir bazen mutlu edebilir sizi. Buda o zamanlardan biridir aslında. Sizde uyandırdığı hissin olumluluğu geçen zamanın miktarıyla doğru orantılıdır. Anılar akar gözünüzün önünden. eski acı veren şeylere karşı bir şey hissetmediğinizi farkedersiniz. hatta yoklarsınız içinizi bulamazsınız bile.  'ZAMAN' desiniz adına. ne de güzel sarmış yaralarımı dersiniz. Burada da iyileştirici rolü başka bir şeye yükler, sorumluluklarınızdan sıyrılırsınız. O zaman diliminde verdiğiniz tüm uğraşların bir anlamı yoktur yada vermedikleriniz. Belkide günün birinde ruhunuz derinden yara aldığında zaman basmışsınızdır. Sadece zaman yetmemiştir kan kaybınıza. Ama yine de bir umut demişssiniz beklemişisinizdir. Yorulmuş, bıkmış, tükenmek üzere olmuşsunuzdur. Eeee nerede o zaman tedavi edici zaman. Birbirini takip eden ardışık sayılar dizinin bir ekrandan yansıtılmasına yüklenen anlamlar ve görülmeyen yüzlerle birlikte geçer yıllarınız. Umutlar, beklentiler, su gibi geçemn hayatlar. güzel dersler verir bize. Hunharca harcadığımız ama sonrasında bize bir türlü yetemeyn bir haftanın yedi günü. yine suç zamandadır hızlı geçiyordur. Yönetemiyoruz değil.
 Ayna karşısında görmek istediklerimiz değil, var olanla yüzleşmediğimiz sürece çarpık kentleşme gibi zihnimize yerleştirdiğimiz kalıplar ruhumuzda derin izler bırakan olayların olmasını kolaylaştıracaktır. Usulca ellerinize bakın, zamanı nasıl kullanmanız gerektiğinin sırrını bulmak üzeresiniz.
 





4 Mart 2015 Çarşamba

Bitmemiş Gibi





       Yarayla alay eder yaralanmamış olan
      Bak nasılda sararıp soluvermiş Tanrıça kederden




beni anlamıyorsunuz. anlatmıyorsunuz evet evet beni anlamıyorsunuz !! aa bir dakika bir dakika gitmez misiniz? bir dakika. galiba anlamayın siz değil, ben sizi kendime uydurmaya çalışıyorum. oradan bakınca ne gibi görünüyorum ama buradan bakınca paramparçalıktan öte bir şey göremiyorum. evet güzel tespit, paramparça, parçalı bulutlu. bunun gibi bir sürü sıfat ekleyin adımı zikrederken. lütfen ama lütfen beni, beni böyle tanımayınız. ben ki ben olan ben çok naiftim ama kırılgan tabiki de değildim. ben ki bu kadar suskun değildim. ben, ben söyleyeceklerimi söylerken iki kereden fazla düşünüyorum , toplum dayatması. on kere düşün bir kere konuş sözünün beden bulmuş formu gibiyim ama düşündükten sonra simdi buna ne gerek var diyerek vazgeçiyorum. sorunlarım, aşamadıklarımdan mı başlasak? ya da bir dakika lütfen boğulmayın, hiç başlamayalım. ben , ben onları çözerim bir ara. lütfen hayatınızı bunun gibi şeylerle mahvetmeyiniz. O güzel vaktinizi lütfen lütfen tevazuya ne hacet. nasıl olsa yaşıyorum, bunun içeriğinin önemli mi? tabiki de lütfen siz düşünmeyiniz ben hallederim. ama, ama halledebilir miyim? iç sesim sen ne düşünüyorsun bu konuda? çok frensiz bir iç sesim var, acaip çatışıyoruz. ona kalsa kaçıp gitmem lazımmış buralardan hatta yaşamaya bile layık görmüyor beni. benim benden bir düşman gibi nefret emetmemi sağlayan odur. her sabah lanet yine mi uyandın diyerek uyanmak.. bir dakika neden anlatıyorum. kusura bakmayınız kaptırdım kendimi. ama ama denge sorunlarım mevcut. lakin iyileşme kafii değil. Daha ne yapmalıyım? bazı zamanlar, hangi zamanlar olduğunu bende bilmiyorum, garip bir his oluyor içimde. hissi tarif edemiyorum. bir dakika siz bana soru mu soruyorsunuz, lütfen lütfen yormayınız kendinizi. yaşaması gereken biri gibi davranmayın lütfen. kıyılarıma vurmuş olabilir, toplamak sizin değil benim mesuliyetim altında. lütfen lütfen. tabiki de kulaklarınızı tıkayınız, duymamanız sağlığınız için önemli. gözlerinizi de kapayınız. kapadınız mı? bir şey göremiyor musunuz? normal olan bu? orada mısınız? tepki verir misiniz? heyyy !!


19 Şubat 2015 Perşembe

VİCDAN KAYMASI - KADINLIK MÜESSESESİ



      
          Bu ülkede bir ağaç bir de kadın olmak zor



  Toplumsal olarak kanayan yaramızı iyice deşmekteler. bugünlerde kan kaybından ölmemiz yakındır.Bir ülkenin gelişmişliğini gösteren en önemli ölçüttür, kadına ve çocuğa verdiği değer. Eğer o ülkede kadın ve çocuk hunharca katledilebiliyor ve buna ses çıkaran kimse yoksa, veyahut ses çıkaranları batırmak ve sindirmek amaçlı görevi kendi çıkarları doğrultusunda kullanan bir grup varsa, mamafih gelişmiş ülke diyemeyiz.
  Türkiye'de son zamanlarda olan olaylar cinsiyet ve yaş ayırt etmeksizin herkesi 'can' güvenliği açısından endişeye sokmaktadır. Neredeyse 3-4 gün tüm gazeteler, dünya basını tek bir haber üzerine manşet attılar. 'kadına şiddet' . Neden kadın? çünkü korunmasız. Neden kadın ? çünkü sizi tahrik ediyor. neden kadın çünkü siz erkeksiniz. nedne kadın çünkü sizin canınız öyle istedi. Neden kadın ? diye sorup daha bşr sürü yanıt bulabiliriö sizlere. Ama bu bir çözüm üretmez tabiki de.n Sosyal medyadan yakın takipteydim, #cozumonerisi hashtag ı altında yazılanlar çok ilginçti. İdamdan tutun da hadım etmeye, adelete güvensizliğin ne kadar az olduğunu gösteren bir suçlunun diğer suçluyu cezalandırabileceği düşüncesi ile iç rahatlamalara, ömür boyu hapse mahkum edilmesine ve bunun gibi bir sürü şey. Okurken bazen şaşırdım bazende hakverdim. Ama tek bir çözüm var galiba, 'EĞİTİM' bunun başka çözüm yolu yok. Anne olup birey yetiştircek kadınlarımızı çocucklarınızın gözü önünde dövüyorsunuz bunun normal olarak algılanmasını sağlıyorsunuz. Bu vahşi yaratıkların sayısı o kadar çok ki, sistematik duyarsızlaşma yaşamaya başlıyoruz. Çünkü bir olayla sarsılan ülkemde her 3dk bir bir kadına tecavüz ediliyor olması artık dikkat çekemiyor.
  Birde bu olayı yapanlar o kadar haklılar ki, kendi annelerine kardeşlerine dokunulsa kıyametler kopar. Derler ya ateş düştüğü yeri yakar, o kadınlarımızın anası babası ağlıyor sadece bide öksüz ve yetim kalan çocuklar. Gidişattan endişeliyim, travmatik bir toplum yaratılıyor bu olayların içinde büyüyen yeni nesiller 10-20 sene sonraki ikili ilişkilerinden sağlık beklemek artık ütopik değil midir sizcede? Sadece kadına şiddet mi? Bir kar topu yüzünden öldürüp 'bana bişey olmaz diyen' vahşi yaratığa hele... insan canına kıymak bu kadar mı kolay, bunun rahatlığına ne zxaman eriştik, vicdan kavramı ne zaman zedelendi, bunu kim yaptı ve tüm bunlar olurken biz neden ses çıkartmadık? Sistem evet suçlu ama o sistemi seçen bizler getiren bizler sistemden daha suçluyuz. Birlik olup bir Özgecan'ı yaşatamadık. Birlik olup çocukça eğlencesine devam eden Nuh'u da koruyamadık. Yani biz yapamadık. Ölenler öldükten sonra seslerimiz yükseliyor, internette anıtlar yapılıyor. Bazı kaybolanları bulma ve cinayetleri aydınlatma programıyla aslında katillere nasıl kusursuz cinayet işlenir messajı veriyoruz. Kadını dövmemesi öldürmemesi gereken eğitimi yok ama DNA'sı tırnaklarından bulunur diye ellerini kesebiliyor. Bu nasıl bir çarpıklık? Kadına şiddet olaylarında bile küfürlerde kadın geçen kelimelerle rahatlıyoruz. Kadınların giydiklerine karışarak kendimizi rahatlatıyoruz.'tamam o kapattı ben tahrik olmam' diyoruz. Kadını alıyoruz mal gibi satıyoruz, hunharca harcıyoruz, Binlerce sıfat yüklüyoruz isminin önüne, namusum falan diyoruz. Hiç bir zaman BİR KADIN AYNI ZAMANDA İNSANDIR diyemedik, o yüzden bu noktadayız.

26 Ocak 2015 Pazartesi

Kimsin Sen?




        Ne olursa olsun, her şeyin anlamsız olduğu, her şeyden umut kesmek gerektiği düşüncesiyle nasıl kalır insan? Her şeyin anlamsız olduğunu söylediğimiz anda bile anlamlı bir şey söylemiş oluyoruz. Dünyanın hiçbir anlamı yoktur demek, her çeşit değer yargısını ortadan kaldırmak olur. Ama, yaşamak ve örneğin, yiyip içmek kendiliğinden bir değer yargısıdır. Ölmeye yanaşmadığı sürece, insan yaşamayı seçiyor demektir. O zaman da, görece de olsa, yaşamaya bir değer veriyoruz demektir. 

                                                             Albert Camus
                 

splitting : paramparça olmuş zamanlar üzerine, yeni başlangıçlar yapılabilir mi?
Verkupplung : tabi ki yapılır. parçaları temizlersin başlarsın.
splitting :parçaları sıfırlamak mümkün mü?
Verkupplung :  hayır ama en aza indirebiliriz.
 splitting :peki en aza indirmek için ne gerekli ?
Verkupplung : güçlü olmak yeterli. içindeki gücü keşfet.
splitting :içimdeki gücü nasıl bulacağım ki?
Verkupplung : kendini hiç tanımıyorsun.
 splitting :tanımak için ne yapmam lazım? ben kimim?
Verkupplung :  senin kim olduğunu söylersem bu benim bakış açım olur. kendini kendin tanımlarsın. Verkupplung : gerçekten sen kimsin?
splitting :sende bilemedin demi beni?
Verkupplung : bir an bilemedim.
splitting : kendimi kaybettim ben. belkide hiç bulamamıştım. ama dolanıp duran duramadan bir şeyler arayan ruhumla sürüncemedeyim galiba. tek başınayım bide. ben çok yalnızım. sahi sen nereden çıktın. yoksa param parça olmuş hayatımda kalan bir an mısın bir anı mısın?
Verkupplung : bilmiyor musun kim olduğumu? bense seni bilmiyorum.
 splitting :iç muhakememe ne ara dahil oldun. kimsin sen?
Verkupplung : sence kimim ben?
 splitting :vicdanım mısın?
Verkupplung :  öyle olsam seni kurallara sokmaya çalışırım.
splitting :mantığım mısın?
Verkupplung : sanmıyorum çok mantıklı değilimdir.
 splitting :kimsin sen söyle bana. bu kadar içimdesin ve seslerimi duyabiliyorsun.
Verkupplung : bunun çok bi önemi yok.
splitting :bunun önemi büyük. kendimle yüzleşemediğim duygular varken onları tanımaya başlarken sen buna şahitlik yapıyorsun. sen kimsin.
Verkupplung :  bilmem sence kimim?
splitting : bilmiyorum bana bunun cevabını vermelisin.
Verkupplung :  kendini tanıyabildiğin an beni de tanıyacaksın.
splitting :dur dur sana diyorum kimsin sen?
 Verkupplung : büyük bir sorumluluk var üzerinde kendini tanı ve bul beni.
splitting :sahiden sen kimsin ve ben kimim?



Gizli Özne

Güzün gelmesiyle sararmıştı her yer. Üzerine giydiği ince ceket yüzünden metrobüs durağında derinden üşüdüğünü hissetti, müziğe dalmıştı k...