1 Aralık 2016 Perşembe

Ehvenişer

       
İnsan, insanın zehrini alır.  
Livaneli

 
Bedenimdeki acı hızla tüm benliğimi sarıyordu.  Oturup uzaktan izledim.  Ruhumun hızla uzaklaşması beni ele verir gibiydi.  Bir sokakta önümde yürüyen bedenim ondan uzaklaşan ruhum ve nerede olduğunu bilmediğim benliğimle, yani üç kişiyle, hiç biri ben değildik aslında. Acının ötesinde, bir yıkılış, kayboluş, yok oluşun eşiğindeki soğukluğu içine çekmek.  Yağmur damlaları sırtını ıslatırken, annesinin kekik kokulu, odun ateşinde pişmiş, hafif koyu kıvamlı, mercimek çorbasıni özlediğini hissettti.  Amaa annesi orada değildi ve ev bomboştu.
Hızla merdivenleri çıktı.  Çıkarken sağ tarafta aile fotoğrafına erişti gözü.  Ne kadar dedi ne kadar da mutluymuşuz aslında.  Bedenimin arkasında onu takip ediyordum.  'Yabancı'  kitabındaki gibi içim bana yabancılaşmış, hiçsizlik hissi hakimdi.  İçeriye girerken halasıyla karşılaştı.  Günün nasıldı dedi. 'Güzel' yanıtını iliştirdi.  Saatlerce ayakta duruşunu,patronundan bir ton azar işitişini ve ayaklarının sızlayışını hiçe sayıştı aslında.  Aldırmadı.  Odasına girdi ve kapıyı kapattı.  Yaşadığı yüksek acıyı kimse ile paylaşamazdı.  Aslına bakarsanız bana bile geç söylemişti.  Bu kadının içindeki kopukluğum bir parçası olarak buradaydım.  Hala daha da buradayım.  Odanın sessizliğini, kendini yalnız sanıp, ağlamaya başladı.  Bu bir nevi, benide hiçleştirmekti aslında.  Dışarı, babasınım 'sen doğduğun yıl son 10yılın en soğuk günüydü'  tabiriyle uyuyordu aslında.  Ama o gün evlerindeki heyecan soğuğun yerini almıştı.  Şimdi ise derinlerine işliyordu.  Bir kahve yaptı.  Işığını kapattı ve düşünmeye başladı.
Buraya geleli tam 8 ay oluyordu.  Hayatında oyna herşey ne kadarda güzel gidiyordu. Güzel giden şeyleri düşündü, şeyler xedi.  Düşüncelerini düşündü.  Bana hala rastlamadı.  Düşünmeyi düşündü.  Duyguları geldi aklına onları düşündü.  Kaç tanelerdi acaba? En baskın duygusunu düşündü.  Bulamadı.  Ne bana nede ona rastlayamadı.  Nefes almak dedim varlığını kanıtlar aslında.  İçindeki sesi duymamazlıktan geldi.  Nefes alması onun yaşadığı anlamına gelmiyordu aslında.  Karanşık dehlizler denizinde boğuşurken, kurtaranının olmadığını farketti.  İlk yardım yapılamayacak oluşu, onu pekte enterese etmedi aslında.  Kılını kıpırdatmadan saatlerce oturdu.  Ben,  ısrarla acıyordum aslında.  Ben onun acıyan yerimiyim ki? Keşke yaklaşıp hızla kaldırabilsem onu  yapamadım.  Acıdan ölmek üzereyken O'nun en hiç noktasında uyuya kaldığımda akrep ile yelkovam arasında yaklaşık 35derecelik açıyı gün ışığı ile görebiliyordum.  İrkildim. Hızla kalktı, yüzünü yıkadı.  Yine en monotonlusundan bir güne başlamıştı.  İşe gitmek için taksi çağırdı, çünkü geç kalmıştı.  Bıyıkları altından konuşmaya çalışam, her daim parlak takım elbise ile minik bir lamba gibi dolaşan,  kısa boylu, tıknaz pekte iletişemeyen patronundan laf yemek istemiyordu i.  Cüzdanını açtı ve paranın yeteceğini farketti.  Buda onun son parasıydı.  Hızla binip işe gitti.. Frekansı aslında hiç tutmadığı iş yeri tayfasının konuşmalarına istamsizce katılmak zorunda olacağını farketti.  Bir çoğuna sahte bir gülücükle 'evet haklısın'  diyecek yada başını sallayarak yanlarından gidecekti.  Onların sahteliklerinde boğulmak ne dehşet verici olurdu.  Karısı ile sevişemediği için sekreterini her daim arzulayan Müdür Halil Bey'i, annesinin onu evlendirme ve nasıl evlenememesinin acı verdiğini bir kere daha dile getiren Elif'i, her gün bir kadınla oluşundan ziyade yattığı kadınları alel ade anlatıp bundan pirim yapmaya çalışan aynı zamanda matah bir adam olduğunu zanneden Halil'i, çok yakın arkadaş olduklarını idda edip aslında arkadalarındam birbirlerini kıskanan Sevgi ile Emel'i düşündü.  Bunları düşündüğü ve zihnini gereksiz şeylerle yorduğu için kendine kızdı.  Bana hala rastlanmamıştı. Yanında oturuyordum. Bu kadar gereksiz şey bile gelmişti aklına.  Beni adrta yok sayıyordu...

9 Eylül 2016 Cuma

Sarı Lamba -5- Mektup

Sevgilim..
Nasıl başlayacağımı bilmeden, biçare bir şekilde yazmaya başlıyorum sana.. Gözyaşlarımı tutamıyorum.. Ağladığımda beni güldürmeye çalılşman ilişiyor aklıma.. Minik bir tebessüm alıyor yüzümü.. Senin masanda senin kalemin ile yazıyorum veda mektubumu.. Bu bir veda.. Olması gerektiğine inandırdılar beni. Ama seni bedenimden, ruhumdan ve kalbimden asla uğurlayamayacağıma yemin ederim.. İşte o kadar benimsin kii..
Sen.. sen birden çoğaldın bende.. O kadar ben olmuşsun ki, baharı bile sensiz sevmiyorum. Bu bir bağımlılık ya da bağlılık değil. Bu bir çok kişinin kaçtığı aşk. İnsanlar aşktan kaçtı. Ben aşka düştüm. Ölüm aşkımı benden aldı, senin bedenini benden aldı. ruhunu sevgini alamazz.
En sevdiğin lacivert hırkanı giydi. Hala en çok sen kokan. O kadar az giyiyorum ki kokun tükenecek diye korkuyorum. Kokun diyorum kokunn. Eşsiz ve ben artık ondan mahrumum..
Günlerce resimlerimize baktım. Sanki sen şehir dışına gitmişssinde gelecekmişssin gibi hissettim hep. sen gelmedin..Ben bekledim. Ağacın baharı beklediği gibi. Ağaç bahara, deniz güneşe, bebek annes,ine kavuştuda bizim kavuşmamız vuslata kaldı sevdiğim..
İçimin acısını ne bilebilirler ne hissedebiliriler. o kadar çok şey yazmak istiyorum kii.. Kelimeler bazı anlamlara gelmiyorlar..
Sen yazımı yaz eyledin. kışımı yaz eyledin. baharımı yaz eyledin.
sen ki en kötü duyguları bile hevesle yalatan adam, sen ki hayatımın en anlamlı yerindeki koca yürekli adam.. sen ki geceleri saçımı okşayıp sevgi sözcükleri söyleyen adamm.. işe gitmeden yanağımdan öpen adam.. sen ki sevgi sözcüğünün beden bulmuş formatı. güzel yüzün, siyah gözlerin.. endamın yeter havası. sen ki bana ait yegane varlık.. sen ki sevme sebebim. sen ki denize bir kere daha anlam katmamı sağlayan.. sen kii gdince yüreğimi kanıtan adam.. sana artık veda vaktii. bu formaliteden bir veda.. sen kalbimin en içinde, en mahrem bölgesinde sonsuza kadar hüküm süreceksin..
         Seni Seviyorum..

Sarı Lamba -4-


Göynüm hep seni arıyorr. Neredesin sen??



Ölümün çare olma fikrinden oldukça uzaklaşmıştı. bir kaç kere kendine zarar verme girişiminin ardından.. derin nefes aldı. O'nu bir kere daha özlediğini hissetti. O'nun aldığı kitabı bilmem kaçıncı kez okuyordu. aynı yerlerde tekrar altını çiziyor, roman karakterini aynı şekilde şaşırtıyordu. Ölmüş olduğunu yeni kabullenmeye başlıyordu. Tam 5 ay olmuştu o gideli. Kocaman bahar bitmiş, yazı devirmiş ve sonbahar gelmişti. Sonbahar.. Sonbahara geliş.. Gözlüklerini takti ve gözlerindeki yaşın süzülmesine izin verdi. Kutsal bir törene gider gibi, O'nun en sevdiği elbisesini giyip süslenmişti. Bu onu işk ziyareti olacaktı. Sahilde epeyce oturmuştu. Kalkması gerektiği fikri zihninde canlandı ama içinde birşey onu oraya çivilemişti sanki. Soğumuş çayından son bir yudum alarak kalktı ve arabaya yöneldi. En son O'nu veda töreninde görmüştü. Kesik kesik hatırladığını farketti. Tam olarak vedalaşamamasının üzerine bunun bir 'elveda' töreni olduğuna kendini inandırdı. Arabaya bindi. O'nun en sevdiği parfümü sıktı. Yaklaştıkça gözlerindeki yaşlar hızlıca yere süzülmeye başlamıştı. Bunlara engel olmuyordu. En sevdiği kitabınıda alarak usulca yanına gitmeye başladı. Bir taş parçasının üzerinde kazınmış ismini gördüğü anda görüntü bulanıklaşmaya başladı. Göz yaşlarına boğulacağını zannetti. Bir an sendeledi ve duraksadı. derin bir iç çekti, yavaşça yaklaştı. Hiç birşey söylemeden saatlerce oraya baktı. Adının taş parçasına hiç yakışmadığına bir kere daha kanaat getirdi. Tersi olsa diye düşündü, O ne yaparsı acaba? Bu düşünce de canını yaktı. O'ndan ayrı olma fikri bedenini hızlıca ve yeniden yakmıştı. İçi sıkıştı, Boğazı düğümlendi.. O'nunla biraz konuştu. Papatyaları  güzelce serdi, O'na yazdığı mektubu okudu. sonra onu toprağa gömdü. Ve vedalaşarak hızla uzaklaştı...



Sarı Lamba -3- İç Acısı



      Ölürüm sevdiğim zehirim sensin 
      Gözyaşım sen oldun kahirim sensin 
        Batınım sen oldun zahirim sensin
  
https://www.youtube.com/watch?v=hQqV9MpmYrE


        Yıllarını devirmiş çınarın yanında oturup, esen rüzgar eşliğinde boğazı izliyordu.. Kocaman şehirdeki yalnızlığını hissetti. Kitabını usulca masaya koydu ve bir tane daha  çay istedi. Ardından sigarasını yaktı. Düşünmeye başladı. Kafa karışıklığında kendine bile rastlayamamıştı. Düşünecek çok şey vardı, nereden başlayacağını dahi bilemiyordu. Ne istediğin, bilmemenin dehlizine dalmıştı. gidemiyordu. gitmekte istemiyordu belki..
      Hafif esen rüzgar yan masada çalan türküyü kulakalarına getirmişti.. 'Sen ilelelebet benimsin sansım \ ölürüm sevdiğim zehirim sensin \ evelim sen oldun ahirim sensin..'  İçindeki hüzün tüm yanını iyice sarmıştı. Bedeninden elini eteğini çekmişti. Boğaz havası sadece temiz hava sağlamaktan öteye geçemedi. O sınırı aşamadı. Anılarını düşündü. Son yaşadıklarının ardından hayatın giren adamın onun canını acıtarak gidişini. Keşke dedi, keşke o gün yağmur yağmasaydı. Halbuki yağmuru çok severdi. Uzun zaman sonra dışarıya çıkmış, Çınaraltı'na kendını zor atmıştı.
       Ölümü düşündü. zar zor güvenip ama çılgınca sevdiği adamın ölü bedenini gördüğü anı düşündü. Soğuk bedeni ve kapalı gözleri bir vedadan çok terkedişti aslında. Onu gördüğü anda dizlerinin bağı çözülmüş, içine bir taş oturmuş, boğulmak üzere bir his boğazına takılmıştı. Her zaman gülen gözleri ne kadar da donuktu. sıcacık elleri ile buz gibi ellerini ısıtmak için tuttu, çabaladı ama olmadı. Isınmıyorlardı. Ona uzun uzun baktı. Yanaklarının çukurlu oluşuna, gür saçlarına, büyük gözlerine.. Doya doya bakmak istiyordu,doymadığı ve doyamacağı sevdiğine. Ona ilk dokunuşu, ilk öpüşü geldi aklına. Ellerinin titreyişi karnına ağrılar girişi, İstanbul'u sevme sebebi oluşu, Çengelköyde gece gezmeleri, Beşiktaş'ta Erdinç Abinin barında her çarşamba eğlenmelerini düşündü. Onunla ilgili tüm anıları geçiyordu gözünün önünden. Tıpkı elinden kayıp giden sevdiği gibi. Kazadan sonra hemen olay yerinde ölmüştü aslında.. İsmini duyduğu anda burnunun direği sızlayan o adam, o güçlü adam, oracıkta ölüvermişti. Sözlcüklerle ona dile getiremese de, kalbinde adama ait kocaman bir kalp taşıyordu. Hatta bir keresinde bir nişan töreni sonrasında minik bir kurdelayı parmağına takmıştı adam kadının, kadın günlerce elinden çıkartmamıştı. O'nun sözleri, O'nun hediyeleri, O'nun yanı, O'nun yakını.. şimdi ise 'hanım efendi iyimisiniz?' sesi ile uzak birer hayal olarak kalmaya başladı. Gözlerini açmasıyla gögüs kafesinden karnına doğru hissetiği tarifi pekte mümkün olmayan iç acısını derinlerde hissetti. herhangibir ilacın işe yaramayacağını adı gibi biliyordu. O'nu şimdiden özlemişti. En mutlu gününü en mutsuz gününe çeviren kazayı düşündü. Ölmek istedi. Kavuşmak ancak böyle mümkün olacaktı..

24 Temmuz 2016 Pazar

Haberin Yok Ölüyorum


 Kadının küçük sıcaklığının alazını
Söndürmeye yeterliydi, fakat taşların
Ve taş tepelerin ağırlığı kadını parçalayıp
Bu taşsı ışıkta sırf kuvarsa ve kuma dönüştürmeden önce
Geri döndü kadın    

Slavya Plath


     Bu yazıya başlarken Melisa Danışmend dinliyordum, tamda oradan bu başlığın olmasına karar verdim. Yine bir Nilgün Marmara okurken frekansın tuttuğunu hissedip yazmaya başladım. Evet fazlaca melankoliğim ama hala yazıyorum , bu yaşıyorum anlamındadır. Yazmak yaşamaktır, yazmak direnmektir. O kadın’ın izinden ilerlemiyorum diyemem ama bir şeyler için henüz vakit var. Tomucukları topluyorum. Henüz bugün bu çiçek gülümsüyor. Ama yarın ölmeyeceğinin garantisini kimse veremez. Sessiz sedasız gidilmeli. Zaten yazılmıyorsa temelli gidilir mesajı olmalıdır.

    Bazı insanlar bir şeyleri çok iyi yapar, bazıları bir şeyleri hiç yapamaz. Ben yapamayan bugün çoğunluğun bir parçasıyım ama benim beceremediğim konular çok daha derin. Mesela ait olamıyorum, bir yerde kalamıyorum. Sevdiğimde hakkını veremiyorum. Sevene de hakkını veremiyorum veyahut içindeki melankolik kadın deyimiyle sevilmiyorum. Bunları yakınmak için yazmıyorum. Benim için bir ifade biçimi. Yoksa pekte umurumda değil aslında. Umurumda olsa uğraşırdım. Çok güzel uğraştım yıllarca, benimlelerdi. Ben bıraktım hepsi gitti. Bu kadar tamamlayıcı olmamalıydım. Bazen birçok şey fazla gelir. Bana öyle oldu. Gitmek istedim. Gittim. Tekrar gideceğim ama zemini hazırlıyorum. Sylvia Plath’te bir çok konuda haklıydı. Hayat darbeleri bazen kaldırmayacak kadar ağırdır. Sahip olunan şeylerle yaşam ölçmek somutluk delisi insan işidir. Bir lüks apartman dairem yaşama sebebim değildir, olamaz. Olursa kendime ihanet olur. Güzel hırs yapar alırım belki ama o kadar o orada kalır. Ben giderim bir deniz kenarında yalnızlığımda yaşarım.


   Çoğu zaman bu kadarı zararlı diyorum. Hiçbir zaman şekerden olmadım da ki. Yeterince metal barındırdım bedenimde. Lakin fazla doz metal kalbimi çevirdi. Sonrasında ne mi oldu? Hissetmemeye başlıyorum. Derinden hem de.  Cümleye ayrı yazılınca yakışan ama ısrarla bitişik yazılan ‘ki’ eki gibi oluyorum bazen. Görev şaşıyorum edat mıyım sıfat mı, bilemiyorum. İnsanlar benim  görevimi anlamak için yokluğumu sınamaları gerekiyor. Sonra cümledeki ki sonsuza kadar kayboluyor. Ve kimse farketmiyor. Sonuç: cümledeki fazla ki ekarte ediliyor. 

27 Haziran 2016 Pazartesi

Sarı Lamba -2-

     


“Yağmala beni kadın, yüreğinin istediği kadar!
–Diye düşünür erkek; kadın yağmalamaz oysa, çalar..





  Çocukluğunu düşündü. Babasının aldığı kırmızı elbiseyi, ablasıyla oynadıkları oyunları. Aslında çocukken ne kadar mutlu olduğunu anımsadı. Geriye dönmek istedi, yapamadı.  Var olan zaman kavramı buna izin vermemişti. Saatler keşke dursa dedi. Bu kadının zamanla ne alıp veremediği vardı? Geçen her dakika adeta ‘içini’ oyuyordu. O gidemiyordu, zaman akıyordu. Her şeyini ondan aldığı için kızgın olduğunu düşündü aslında. Bu kızgınlık artık öfke boyutunu almıştı. En güzel zamanları önce yaşanması için geçen zaman sonrasında sadece anıları tüketmiş, kadın hızla tükenmişti. Biraz melankolik birazda dipte hızla yaşıyordu. Her şeyi hızla yapıyordu. Bu duruma artık son vermek istediğini düşündü , cesaret edemedi. Daha önce buna benzer bir hissi üniversite yıllarında yaşadığını anımsadı. Yatağın üstünde ağlarken kadın, gözlerini usulca bıraktı kendisini anılarına teslim etmişti..
   Daha ilk okuldan beri başarılara boğulan bu kadın ikili ilişkiler de aynı istikrarı koruyamadı. Bir çok arkadaşından farklı olarak üniversiteyi ailesinin yanında okumayı tercih etmişti. Aile ilişkileri devamlı dalgalıydı. Bir ara çok yakın oluyor bir ara çok uzak olup kendiyle baş başa kalıyordu. Kadında kendilik meselesi vardı. Yağmurlu havalarda camdan dışarıyı izleyip sanki hayatında biri ölmüşte yaşasaymışçasına ağlardı. Nedenini sorunca oda cevap veremezdi. İçindeki kocaman boşluğa anlam veremezdi. Oraya birini koyamazdı. Zaten bir kişiye bağlanılmış umut veyahut içini dolduran şeyin bir şahıs olmasına suretle karşıydı. Adeta güç gösterisi yapıyordu, ama gücün nerede olduğunu bulamıyordu. Bir keresinde üniversite birini sevmek gibi bir aptallık yapmıştı. Aptallık, çünkü sevmek bir nevi apallıktır. Kendinde mutlu olabilirken hayatına gereksiz yere birini alma eylemidir. Her şeyin çok güzel başlaması ile rutinleşen ilişkilerde, aşk pik yaptıktan sonra, hızla geri sayıma geçme anı ve birbirini tüketmeden ibaret olduğunu gözlemeleri ile kavramıştı. Ama o kadar güzel gülüyordu ki gamzelerine vurulmamak elde değildi. Kendini ifade ediş şeklide kadını etkileyecek şekildeydi. Zekası, giyinmesi, öğrenci olmasına rağmen kendine kattıkları başını döndürmeye başlamıştı. Halbuki ‘saçma bir buluşma nasılsa yarım saat oturup kalkacağız’ diye düşünerek gittiği ilk buluşmadan, saatlerce oturmuş saatin farkına bile varmamıştı. Aptallık burada devreye girmişti. Yavaş yavaş kadına verilen ve onu öldürmeye başlayan bir zehirdi aslıda, bu kadar etkileyici karşılaşmayı beklemiyordu. Bir Pazar sahilde dolaşırlarken birden ellerinin elinde, denizi yanında buluvermişti. Neydi nasıldı bilemeden hayatına girivermişti. Kadın için çok fazla şey yapan esas oğlanın öldürücü darbesi kadını yerleyeksan etmişti.


Aptallık diye nitelendirdiği şeyin karnında kelebekler uçuşturmaya başlaması onda farklı hislere yol açmıştı. Aşk bu mu diye sormutu kendin. Galiba evet demişti bir yanı. Ama kelebeğin ömrünün bir gün olduğunu unutmuştu. Zamanla pik yapan aşk kendini tüketime geçmişti bile. Neydi yetmeyen neydi çözülemeyen. Kelebekler neden bir gün yaşardı. Kelebek telaşıyla sevmişti onu.  Yirmi dört saat dolunca, bir mayıs akşamı aşkın üç kişiye fazla geleceğini öğrenerek bu aptallığa bir son vermesi gerektiğini düşündü. Sahilde yaptıkları uçurtma ile aşkını da salmıştı sonsuza. Herşey kelimeler kadar etkili olmadı kendi içinde devirdiği savaş çığır açıcı bir noktaya gelmişti. Her şey İyiy’MİŞ , güzel’MİŞ gibi yaşamaktan , cümledeki ‘gibi’ edatı rolünü üstelenmişti aslında. Evren kanunuydu bu bir şey ters olmaya gösün, her şey ters giderdi bir anda. Neye elini atsan hem de. Her şeyi bırakmıştı birde. Hatta kendini bile. Bu tepki biri için değil, çiğnene kadınlık onuru ve hazmedemeyişin patlama şekliydi. 

14 Haziran 2016 Salı

Sarı Lamba -1-



yaramdan akan kanla fersah fersah kulaç atıp vardım sokağına. ama beni o kaldırımda vurdular. sen bir kez cesedime rastlamadın.

Yağmur iyice bastırmıştı, hava da kararıyordu, 'bir an önce eve gitmeliyim' diye geçirdi içinden. Zaten üşüyen içi iyice titremeye başlamıştı. İçinde doğmayan umutlar, evrende doğmayan güneş anlamına gelmiyor muydu? Eve gittikten sonra içindeki hüzün derinleşmişti. Islak üstünü değiştirip, komedinin üzerinde duran lambayı yaktı ve eline fotoğraf albümünü alıp incelemeye başladı.
    O gittikten sonra her şey nasılda değişmiş nasıl da katlanılamaz bir hal almıştı. Onun anısını yaşatmak için salonun duvalarına aniden çekilen veyahut özellikle poz vererek afilli giyinip çektirdikleri resimleri asmıştı. Asarken ağlamasına engel olamamış, bir kaçına sarılıp uyuya kalmıştı. Halbuki son zamanlarda da pek geçinemediklerini farketmişti. Hatta gitmesini istemeyi bile kafasından geçirmişti ama bu şekilde değil.
    Sabah olduğunda siyah kotunu ve en beğendiği beyaz gömleğini giydi. Hafif bir iç sıkıntısı olduğunu hissetti. İş yerindeki önemli toplantı stresi olduğunu düşündü. Karnına ağrılar girdi. Ellerinden soğuk soğuk terler akıyordu.. Uzun siyah saçlarını hafifçe savurdu, en sevdiği rujunu sürdü, aynada kendine iyice baktı. Yaşlanmaya başladığını düşündü, ama hala güzelliğini koruduğunu ima ederek kendini şımarttı. Kahvesini hazırlarken birde şarkı açtı. Tüm salonda şarkı yankılanırken balkondan doğan güneşin içini ısıttığını hissetti. Deri ceketini giydi hızla pabuçlarını ayaklarına geçirdi ve arabaya indi. Uzun boyuna rağmen topuklu ile yürüyüşü oldukça etkiliydi. Arabaya bindi. İş yerine gelmişti. Tam arabanın torpido gözünden kağıtlarını alacağı sırada, kötü bir el yazısı ile yazılmış olan 'seni seviyorum, başaracağına inanıyorum' yazısını okudu. Güldü. Kalbi hızlanmıştı. Bir dakika kadar arabada durdu. Ona aşık olduğu o ilk günü, yaşadıklarını, son süreçleri geçirdi aklından. Her şey ne kadar da hızlı gelmişti ona hâlbuki beşinci yıllarındalardı. Akşama en sevdiği yemeği hazırlamak için plan yaptı. Hızla odasına çıktı, son hazırlıklarını yaptı ve sunum başladı.
    Keşke dedi içinden her şey o sunum anında kalsaydı da zaman ilerlemeseydi. Islak saçlarını hızla kuruturken ıslak göz yaşlarına çare bulamadığını farketti. Yağmurlu havayı hiç sevmezdi. Hatta gök gürültüsünden korkardı. Kavgalı bile olsalar, o bunu bilir ve hemencik yanına ilişerek 'korkma ben buradayım ' derdi.O gün öyle olmadı. Yağmurlar yağmaya devam etti, gök gürledi  ve kadın ağladı. Adam hiç gelemedi. Kadın içi çıkasıya kadar ağladı. Bir ara ağlarken uyuya kalmıştı. Telefonun sesine irkildi.. 
    'Her şey çok güzel geçti akşama bunu kutlayacağız' diye sesli mesajını bırakmıştı bile. Saatin geç olmaya başladığını düşündü. Trafiğin yoğunluğu canını sıkmıştı ama hiç bir şey o akşamın tadını kaçıramazdı. Markete girdi ve bir sürü alışveriş yaptı. malzemeleri taşırken 'abartmış' olduğunu farketti. Arabayı çalıştırdı, gününü anlatmak için annesini aradı. 

20 Mayıs 2016 Cuma

Şapkamı Geri İstiyorum





       'Yani olmuyor'    


Masanın başına oturdum, klavyeyi önüme aldım. yazmak istedim. Duygularımı bekledim. onlarda geldiğine göre başlayabilirdim. Önce incinen yerdeki duygularım konuşmak istedi. Zor zaptettim. Ben bile bu kadarını hayal edemezdim. Ben mi susturmuştum, yoksa duymazdan mı gelmiştim. neydi 'beni' bu kadar inciten şey? En incitmemek için uğraştığım noktalardan mı incinmiştim acaba? Hayır tabikii kendi kendime sesli konuşmuyorum merak etmeyin bu konuşulanları sadece ben ve içim duyuyor. Öteye geçmiyor. Geçemez. Geçememeli. Geçmemeli diye diye geçiremedim sızımı zaten. Kırık bardak suyu damlatır gibi bende damlıyorum. Bitmiyorum ama eksiliyorum. Eksile eksile kaldım. Hayır, zaten eksiğiz ne farkedecek. Neyse sorgulama kısmına gelemedim maalesef.
Sonra hüzün girdi devreye aman tanrım dedim. Nasıl bir melankoli o. Karanlık bir odaya geçtik, bir hastanenin bekleme salonunda. Yıldızlar pas parlak görünüyordu. kıyıda , uzakta tek tük ev ışıkları vardı. Canlı yaşamını tasvir edermiş gibi. hava serindi ama ben hissedemedim. Uzun zamandır da hissetmiyorum zaten. Hissetmek istediğim yerden incinince hüzün girdi devreye. Ne mi diyorum boş verin. onlar anladı beni. Birlikte kaç saat, gün , hafta geçirdiğimizi şimdilik bilmiyorum aslında. sadece deniz kıyısında uzun uzun oturduğumuzu anımsar gibiyim. Mesela şehirlerde bana iyi gelir sanıyordum yanıldım. Ülkeleri mi denemeliyim bilemedim. Moda sahili çok sever, hüzün. Beraber uzun uzun geceler geçiririz. Ben, biram, hüzün ve yıldızlar. Bazen çok soğuk oluyor. ama üşümüyorum. Dedim ya hissetmiyorum. Bu ne kadar kayıp bir duygu aslında. Sevinmek, mutluluk, hep havada kalan duygular oluyor benim için. Tabiri caizse 'içi boş'. Mutlu olmak için birine ihtiyaç duyduğum sonucu çıkartılmamalı. Ben nesneler olmadan da mutluyum. Lakin nesneler beni hissileştirdi. Bu ironide sıkışıp kaldım.insan en akıllı nesnedir aslında. ama onların bir suçu yok. muallakalrı çözmek zor hemde çok zor. Düşünün ki zor bir üniversite var. Çok zor ama yapmak zorundasınız. Yapamayacaksın demelerine rağmen. Ruhumun incinmişliğini tasvir edemiyorum. Bakın başka da duygum kalmadı zaten. Hissettim, düşündüm ve bir davranış şekli olarak yazıyorum. Kalamıyorum, gitmek zannediyorum ki değiştirecek herşeyi, değişmiyor. İçim acıdan çürüyor da değişmiyor. İleri gidemiyorum. Belki de şimdi dünyanın öbür ucuna gidiyorum ama kendmde ileriye gidemiyorum. Sanırım şapkam eksik.

1 Mart 2016 Salı

MART SALINIMI



  Beni dilediğin kadar sevmeyebilirsin. Ama birilerini mutlaka sev.
Sevgisiz yaşanmıyor.
Sevgiler




         
    Bir gün böyle hissedince anlarsın demişti, Bir yaz akşamı sahil kenarında aşık olduğu adamın fotoğrafına bakıp birasını içen genç bir kadın . Aslında söylediğinin pek anlamlı ama hissiyatımda bozulan denge yaratacağını tahmin etmezdim. kötüydüm. Mesela geçen markete gittim, uzun zamandır canımın bir şey istememiş olmamasına şaşırıyordum. Bari çocukken anneme zorla aldırdığım çikolatalardan alayım dedim. canım onuda istemedi. Ne yaptınız bana dedim koşarak bir kutu yara bandı aldım ve çıktım. Saatlerce ağladım. Kanadım, en derinimden bu sefer. Engel olamadım, kapatamadım. Melankoli değil bu. can acısı. Kimsenin bunu görmediğini, bilmediğini hissetmediğini biliyor olmamda acınasıydı doğrusu. Sonra derince düşündüm. Bu , bu ancak şununla açıklanabilirdi, dedim yada kendimi kandırırak bir bahane uydurdum. Kanmadım da, yada kandım . Bak yine çeliştim kendimle. İçindeki çocukta terk etti beni. Hatta bu seferki kalıcıydı. O öldü. Bu onun yası. Bu onun acısı. Artık kimseye yakın olamıyor, kimseye karşı yüksek hisler barındıramıyordum. Bir an çıktım ama karanlıktı göremedim onu yada onları . Hunharca saldırdılar. söyleyin lan kim öldürdü o'bu' kadını ha kim.?? Bir cinayet sonrası sorguya çekilen bir kaç şahıstan biriydim. Nedeni miydim, sonucundan mı sorumlu tutuldum şimdilik pek hatırlamıyorum. Hatırlamıyor olamam , hatırlamalıyım. Zihnim, zihnim yine oyun oynuyor bana. Oysa hatırlamak elimde olan birşeydi. Şimdilerde, değil şahısların isimlerini anılarım bile flulaştı. Hatırlamakta güçlük çekiyorum. İçimdeki çocuk, çocukluğum netliğini kaybettiği için öldü. Ama, ama inanması zor biliyorum, Ama ben çok uğraştım kalması için. Önce gitti getirmeye çalıştım sonra gelirken öldü. Kimse suçlu değil. ama masum da değiliz. Kırıla kırıla un oldum. Ekmek yaptılar. Hamdım, piştim , yandım. Tadımı beğenmediler. Ama ben bendim. Ben ben olmaktan hiç vazgeçmedim. Direndim. En sevdiğime karşı onu seviyorum diye direndim. En sevmediğime karşı sonsuza kadar sevmeyeceğim diye direndim. Sonsuzlukta kazandım. Sonra da ben benden vazgeçtim.

10 Ocak 2016 Pazar

Düş Zamanları


Bir daha öldürmeyin beni.
Kibritim ıslak
Sigaram yanmıyor
Ne olur bir ateş verin
Bu ilk aldanışım değil
Bu ilk sönüşü değil umutlarımın
Ben bu denizin son kıyısıyım.
Bir cam kırıldı uzakta
Ta uzakta, içimde bir cam kırıldı
Bütün şiirlerim anlamsız şimdi
Resimler renksiz, şarkılar ruhsuz
Hiç bir şey artık avutamaz beni
                                           Y. Oğuzcan


Yağmur taneleri gibi dağılmış olan parçalarımı aramaya koyuldum. Kendimi birden güneşin az yaktığı bir tepenin ardında buldum usulca. Ağaçlar burada yeşermiyor, kuşlar ötmüyordu. Ruhumda sustu. Ben konuşmak için kendimi getirmiştim oraya. Suskunlukla mı sınanıyordum acaba?  Yaşamak pardon yaşadığımı iddia etti içimdeki ses. Ona karşı çıktı bir diğer ses. Yaşadıklarım geçti aklımdan. Sadece gözlerimi kapattım. Bedenim buz gibi olmaya başladı. Üzerime düşen milyonlarca beyaz buz kristallerinin arasında. Bir köpek usulca ilişti yanıma. Baktım. Aslında sadece sevilmek istiyor diye düşündü. Düşüncemi doğrularcasına başını bacağıma sürttü. Elimle kafasına dokunamadım. İçimdeki o köprüden geçip ona yaklaşamadım. Köprü kopmuştu bense düşmekten korktum. Sessizce çekti gitti yanımda. Çok benzer bir hikâyeyi anımsattı bana. İçim acıdı. Yaram kanadı. Soğuk bile durduramadı kanamayı. Gözlerimi kapatıp ruhumun oradan uzaklaşmasını diledim. Dilediğim oldu.
Kendimi bir deniz kıyısında beyaz elbiseler içinde kör bir kemancının  yanında buldum. Önce onu izledim usulca. Ellerini oynatışını, tınıları yanıma iliştirişini. Sanki her bir ses bir renk tonu gibi gökkuşağını oluşturdu havada. İzledim ve dinledim. Hayal gücüm usulca harekete geçti. Aşk kelimesini mütemadi bir hisle yakıştırdığım adam usulca bana yaklaşıyordu. Siyah gür saçları, beyaz teni üzerine en sevdiğim gök mavisi gömleğini giymiş, gök yüzünden bana süzülerek geliyordu âdete. Yavaşça elime dokundu, kalbimin kemanla ritim tuttuğunu hissetim. Derinlerimde bir şeyler aktı. Çekimine karşı koyamıyordum. Beni sessizce yanına iliştirdi. Tıpkı düğme gibi iliklendik o an. Birden sessizlikle irkildim. Gözlerimi açtığımda kapkara bulutlar arasından göç eden kuşlar, etrafı göremeden hisleriyle sezip uzaklaşan kemancı ve buz tutmuş bedenim ile karşılaştım. İçime sıkıntı doğdu. Boğuluyorum zannettim. Bu his çok garipti yutkunmaya çalıştım, Onu da yapamadım. Denize ait olduğumu düşündüm ve doğru yürüdüm. Bir an yüzmeyi unutup kendimi soğuk sulara bıraktım. Bedenim hızlıca irkildi. Derin nefes aldım. Göğüs kafesimin içinde hava ve su yer değiştirdi. Kendimi denize, maiye ve  sonsuzluğa teslim ettim.
Gözlerimi açtığımda minik bir sahil kasabasındaydım. Ağaçların yaprakları sararmış döküyorlardı. Sokağa çıktım yaprakları topladım. Ağaç gibi hissettim kendimi. Hepsini aldım bir ağacın kenarına oturdum. Her birine tek tek anılarımı anlattım. Sanki sanki benim parçam oldular. Önce çok sevdim. Lakin birisi rüzgârla savruldu, tutamadım. Diğeri tam tutacakken ezildi, tuzla buz oldu, birleştiremedim. Bir diğeri ise benimle kaldı, terketmedi. İçimi müthiş bir sevinç sardı. Usulca gözlerimi kapattım.
Yeşeren ağaçlar altında açtım gözlerimi. Üzerinde salaş gri bir elbise. Tablodaki en soluk karakteri oynuyordum galiba. Elimde beni terk etmeyen yaprak duruyordu. Onu hissettim. Önce çok sevindim, sonrasında yaprağın yeşermediğini farkettim. Benimleydi ama solmuştu. Yemyeşil ağaçların altında hüzün kapladı dört bir yanımı. Sadece düşündüm. Onu düşündüm. Geçen zamanı düşündüm. Kim olduğumu düşündüm. Nerde olduğumu düşündüm. Düş zamanlarında dolanmanın anlamlarını düşündüm. Yağmuru düşündüm, beyaz buz kristallerini, tenimi ısıtan güneşi düşündüm. Ruhumla eşleştirdim. Ağır geldi. Yaşamaya çalıştım. Kaçtım. Diyardan gitmeyi yeğledim. İçimi dolduran hislerin beni parçalamasına izin verdim. Parçalarımı her bir zaman diliminde getirdim.  Benimle gelip kopmayanlarında yeşermesini beklememeyi öğrendim. Çok şey öğrendim. Buna ölümü ekledim. Kendimi bir tepenin ardından sonsuzluğa bıraktım.


Gizli Özne

Güzün gelmesiyle sararmıştı her yer. Üzerine giydiği ince ceket yüzünden metrobüs durağında derinden üşüdüğünü hissetti, müziğe dalmıştı k...