1 Aralık 2014 Pazartesi

Kendime Son Bir Şans Daha: Umut


'Bağlanmış, bastırılmış yaşam, ama ruh gardiyanların dünyasının ötesinde özgür duruyor.'



İçimdeki sıkıntıdan , yalnızlık ve var olan mutsuzluk hissinden kurtulmak için yalvarırken Tanrı'ya içimdeki 'beni' keşfetmeye başlamanın adımlarını atmaktayken buluverdim kendimi. Ruhumun iyileşmesi son derece önemliydi benim için lakin onsuz pekte anlamlı sayılmazdım. Yaralı bir sporcu gibi, yaralı bir ruhla devam edemezdim sanki. Ölmeyi düşündüm mü, tabi ki hemde uzunca bir süre. Ölüm korkakların işidir demeyeceğim, ölüm belkide sadece güçlülerin işidir ya da bir güç gösterisidir. Hiç böyle düşünmemiştiniz değil mi? Bende öyle, düşünmemiştim. Ölümü düşünürken farkettiğim noktalardan biriydi. Mükemmel planlarım vardı, acımadan artık kendimi ait olduğum yere gönderecektim. Çünkü haykırışlarımı, yakarışlarımı duymuyorlardı. Duymak zorunda değillerdi. Ama ben karanlıktaydım. Sahi ben karanlıkta olmak zorunda mıydım? Işığı ararken hep başarısızlığı farkedip ölüme bir adım daha yaklaştığım bir noktada, ışığı aramaktan vazgeçtim. Kendimle uzun uzun yüzleştim. Çok ağır geldi. Yavaş yavaş yaptım, adeta ruhumu biraz kanatıp fazlaca iyileştirmeyi denermişçesine. Yoksa kapalı kapılar ardında, paslı kilitlerle kilitli sandıklar içine saklanmış 'yaralayıcılarım' her geçen gün tehditten öteye geçmediler benim için. Ölmeye gereken cesareti bulamadım ama yüzleşmeye buldum. Farkettim ki, ışığı aramak yaralarımı kanatırmışcasına bir durummuş. İyileşmek için aramak yerine, ışığımı kendimde bulmayı denemeye karar verdim. Ölme düşüncesini rafa kaldırdım, sonuçta herkes son bir şansı hak ediyorsa diye düşünerekten kendime son bir şans verdim. Her geçen gün farklı yollar deneyerek yaralarıma iyi gelen tedavileri farketmeye başladım. Önce yazdım, sonra okudum, gezdim, klasik müzik dinledim. Saatlerce sahilde yürüdüm, üşüdüm. Yalnızdım. Işığı bulabileceğime dair bir umut belirdi içimde. Adımlarımı büyütmedim. Düşmekten korkmuyorum ama son şansm olduğu için temkinli davranmalıydım. Tam olarak öyle yaptım ve yapıyorum.
 Şimdilerde kendimi derinlerden gözlemlekteyim. Ya siz kendinize hiç başka bakış açısından bakmayı denediniz mi? Unutmayın, her türlü çözüm sizsiniz. Kendinizi keşfetmek için bence acele edin, dış dünyanın  getirdiği kalıplardan başka ve güzel bir dünya bulacaksınız.


13 Kasım 2014 Perşembe

Kendimi Olduğu Gibi Kabul Ediyorum

    

Bir artı bir, bir eder mi, Jeanne? 



        Doğumumuzdan itibaren annemizle başlayan ikili ilişkilerimiz, ilerleyen zamanda bu duruma ek olarak kardeş, arkadaş duygusal, iş arkadaşıyla olan ilişkilerde gelmektedir. Süreç farklı işlemeye başlamaktadır. yaşınıza eklenen her bir yıl size bir şeyler öğretmekte, büyümemize destek olmaktadır. Hayatımıza birilerini alıp çıkartmaktayız. Her seferine eskisi gibi olan 'kendimize' hasret ve özlem sözcüklerini dile getirmekteyiz. Gidenlerin ve gelenlerin ardından hep aynı laf dolanmaktadır dillerde 'eskisi gibi değilim'. 
     İnsanlar var olan durumu yaşamak yerine eskiye özenmesi sizce de bir mantık hatası değil midir? Eskiden 'şöyleydim, böyleydim, iyileşiyorum eskisi gibi olmaya çalışıyorum' sözleri hala eskiye var olan takılmaları ifade etmektedir bence. İnsan kendini olduğu gibi kabul edip var olanı yaşamayı neden istemez ki? Yaşımız hızla ilerlerken ruhsal durumumuzun geride olması bize mutluluk katmaktadır aslında. Bu açıdan bakınca sizce de mantıklı değil midir? Geçmişe takılı kalırsak 'şimdi ve burada' biz olamazsak, kendimiz olmayı nasıl başaracağız? Var olana ayak uydurmak demiyorum ama, kendiliğini koruyarak şimdiyi yaşamayı kastediyorum.
    Hayatımıza giren ve çıkan insanlara bağlanan mutluluklar, umutlar ve sevgiler sizce ne kadar sağlıklıdır? Onlarsız olmamak bir aşk değil, mutual bir ilişkiden öteye geçmemektedir. Var olana duyulan bağlılık hissi, var olan gittikten sonra bizi bir bağımlı gibi yoksunluğa sokmaktadır. Sonra bağlanan o mutluluğu özlemeye başlarız. Kendimize acı çektirmekten hoşlanıyoruz sanırsam.
    Çevremizde olup bitene ayak uyduralım, herkese her şeye yetme çalışalım, toplumun kabul ettiği saygı gördüğü biri olalım derken, tanımayı ve ilgilenmeyi ihmal ettiğimiz 'kendimiz' ! Kendimizi tanımakla başlamalıyız aslında. Kendilik kavramını oturtup ne olduğumuzu bilebilirsek, bir şeylere ihtiyacımız azalacaktır, inanıyorum. Kendimizi tanımak akabinde var olanı yaşamaya başlarız. Geçmişe hasret, pişmanlık ve sevgi gibi hisler yerine, yaşanılandan ders çıkartıp iyi adımlar atabilir.
kendimizi tanımak, kendimizi hatalarımızla yüzleşme, var olan durumu kaldırmaya çalışma gücü ve kendimizi olduğu gibi kabul etmeyi gerektiren bir süreçtir aslında.
    Şimdi aynanın karşısına geçin ve 'içinizdeki kendinize' diyin ki, 'seni olduğun gibi kabul ediyorum ve iyiki varsın! '


3 Kasım 2014 Pazartesi

Bardağı Taşıran Son Damlanın Suçu Yok

 

       Anlaşılma olayını bu kadar iyi becerebiliyorsak, sevgi kelimesini neden icat ettik acaba?


    Yaşanılan süreçlerden ne kadar etkileniyoruz? Yaşanılan durumları ne kadar etkiliyoruz ? Ruhsal süreçlerimiz ne kadar iyi, kendimizin ne kadar farkındayız? Bu soruların yanıtlarını düşünüyorum bu aralar. Devinimlerim artıyor galiba. Direnme, çözümleme mekanizmaları devreye giriyor. Ama bir yer geliyor ki, en ufacık bir şey tahammül sınırımızı aşabiliyor. Bardağı taşıran son damla diyoruz, ama bardak dolana kadar sesimizi çıkartmıyoruz. Şimdi burada sorumlu kim? Neden sustuk. Sustuklarımızı yuttuk. Hazmetmeye çalıştık, Çözmek için derin uğraşlar verdik. Kimimiz gitmeyi, kimimiz susmayı, kimimiz çok konuşmayı, kimimiz intiharı çözüm olarak gördü. Denedi, tavsiye aldı, tavsiye etti. Kimimiz çözdü, kimimiz çözemedi Çözülemeyen süreçleri ben banka faizlerine benzetiyorum. Giderek artan. bir zaman sonra dev gibi olmuşlar. Arkamıza dönüp bakamadığımız gibi yürümeye cesarette edemiyoruz. Bazen herşeye cesaretiniz olduğuna inandığınız anda cesareti kaybedersiniz. Ama bu kitap kalem kaybetme gibi değildir. Bir bakmışsınız ki içinizdeki sorunları anlatmak için bile en yakınlarınızdan bir ışık, cesaret yüklemesi bekler olmuşsunuz. Anlaşılamayacağınıza o kadar inanmışsınız ki, bardağın doluşunu sessizce izlemeye başlamışsınız. Bir bakmışsınız ki  duygu değişiklikleri, git geller, tutarsız tavırlarla hayatınız çekilmez bir hal alıvermiş. Aslında beklediğiniz şey, bir şeyleri  anlatmak için, 'nasılsın, senin neyin var, seni bu hale ne getirdi?' diye bir kaç soru cümleciğidir. O soru cümleleri hiç gelmez. siz sırtınızda artan problemlerle yaşamaya çalışırsınız. Uyku düzeniniz alt üst olur. İştahınız kapanır, iştahını açılır, diyorum ya dengesiz tavırlar, yaşamınızı taciz etmeye devam etmektedir. Aslında istenilen biraz hoşgörü ve anlayış değil midir? Burada bağımlı kişilerden bahsetmiyorum, Bir nesne yada kişi açlığı da değil. Anlaşılmak isteme. Çünkü her insan değerlidir. bunu hissetmek ister,paylaşımcı özelliği de mevcuttur. Hayatında giden iyi yada kötü şeyleri paylaşarak çözümleme yolunda hız kateder. 
  Unutulmaması gereken bir nokta vardır ki, ne olursa olsun ne yaşarsak yaşayalım, biz kaldırabiliyorsak, karşı tarafta kaldırır. Siz değerlisiniz, siz önemlisiniz. insan olarak en fazla atladığımız ve fedakarlık yapayım derken kendimizi hunharca feda ettiğimiz süreçlerde bunu hatırlamamızın gerektiğiniz düşünmekteyim.

6 Ekim 2014 Pazartesi

Yaşam Grafiği ve Gidişatlarımız

     
      Hayatınızın grafiğini çizselerdi nasıl olurdu, hiç düşündünüz mü? Ya da böyle bir şey var deseler inanır mıydınız? Buna cevabınız ne olur bilmiyorum ama hayatıma göz gezdirirken bir grafik çıktı ortaya. 23 yıllık yaşantımın grafiği. Bazı inişli çıkışlarım olmuş. Önemli 'kırılma noktaları' yaşamışım. Belki de onlara 'dönüm noktası' demeliyim ne dersiniz?
       İnsan yaptığı planların gerçekleşmediğini görünce var olan yıkıntıyı toparlamak üzere yeni planlar oluşturuyor. Bir nevi yeni yol çıkartıyor kendine. Peki hiç bir şekilde yol olmadığını görünce yani vazgeçmesi gerektiğini anlayınca ne olur? Dönüm noktası! yada noktaları mı demeliydim? var olan yol birden değişir. Muhtemelen grafiğinize -yüzde doksan sekiz- düşüşe geçersiniz. Bazen çok yaklaşırsınız sıfır noktasına. Orası uçurumun kenarı gibidir. Öleceğinizi düşünürsünüz. Şiddetli bir fırtınanın ortasında uçurumun kenarına tutunmaya çalışan küçük bir çocuktan farkınız yoktur. Orada yalnızsınızdır. Kendiniz,fikirleriniz, ve kararlarınız. Dersiniz ki kararlarım ve ben mi? O kararlar yüzünden burada değil miyim ? Daha çok dersiniz lanet olası fikirlerim, keşke yapmasaydım, ama neden oldu ki? Durup durup baştan sorgularsınız. Sonuç; HİÇ ! Yüzleşmeniz aslında çok uzun sürmemesi gerekmektedir. Sağlıklı ve mantıklı bir şekilde yüzleşip çözüm yolları bulup rotanızı değiştirmeniz gerekmektedir. Yaralarınıza tekrar dokunarak kanatırsınız sadece. İyileşmesine izin vermeniz gerekmektedir. Ama tabi ki bunu hiç birimiz yapmayız. Daha derin daha derin. kanatırcasına, acıtırcasına. Acının doruklarında bir yerde durup bakarsınız ve dersiniz ki kendinize 'ben napıyorum , nerdeyim' yada Aynanın karşısına geçip sorarsınız 'ben kimim'. Kaybolduğunuz iç dünyanız duygularınız esiri olarak sizi bir girdaba sürüklemiştir aslında. Mantık hızlıca devreye girip sizi gerçeğe çekmeye çalışır. Tabi mantığın devreye girmesi bazen kendi farkındalığınız sonucu ortaya çıksa da bazen bir kırılma noktası daha istersiniz. Dadadadadadat ve ampul yanar. Sıfır noktasına yaklaşmakta olan siz, aynaya bakar ve toparlanmak için çabalarsınız bakarsınız ki hızla yukarılara gidiyorsunuz. İşte iyileşme belirtileridir bunlar. Usulca huzur yanınıza sokulu verir. İç dünyanızla yaşadığınız yüzleşme sonucu anıların geride kalması gerektiğine inanır önünüze bakarsınız. Çünkü deştikçe zararı sizindir. Bakarsınız güneş hala tepede, siz nefes alıyorsunuz. Acıkıyorsunuz. Heyecanlanıyorsunuz. Kaygılanıyorsunuz. Duygularınız mantık çerçevesinde oturtabiliyorsunuz. İşte grafiğiniz de bir yükseliş daha.
       Döngünün böyle bir süregelimi vardır demek çok ciddi genelleme yapmaktır. Ben böyle bir iddiaya gerek duymuyorum. Sadece farkettiğimi aktarıyorum. Size uyuyorsa zaten bana katılacaksınız. Kiminizi duyar gibiyim . Ama eğer grafiğinizi takip ettiğinizde hep yükselişte hep düşüşte yada sabit ilerliyorsa sorgulayın derim. Bir şeyler bu kadar normal ilerliyorsa bir yerlerde muhakkak bir sorun vardır der Murphy kanunları. Kanun adamı değilim. Yaşamın gidişatını anlamaya çalışan basit biriyim.
      Ve Şimdi kağıdı kalemi elinize alın. dönüm noktalarınızı yazın. Size neler katmış neler çıkarmış. Kendinize giden yolu tamir edecek tek kişi sizsiniz. 

4 Ekim 2014 Cumartesi

İçimdeki Kalabalık

Alex Andreyev
       Kalabalık bir sokakta tek başıma yürürken hayata dair düşüncelerimin keskinleşmesi gibi bir şeydi bu. Sizde de oluyor mu? Hiç düşünüyor musunuz, yanınızdan geçen kişinin hayatı nasıl, o kim, mutlu mu diye? Ya da durup insanları izleyip anlamaya çalışıyor musunuz?
      İstiklal'de yürürken var olan telaşın akışına kaptırmış gidersin kendini. Zamanın geçmesi gerekiyordur geçer ve sende onunla akarsın. Evet biliyoruz ki durduramayız. Durmasını istemekte bencilliktir bence. Aksın zaman. Durdurmak yerine kontrol etmeyi öğrenmemiz gerekmektedir. Ne kadar kontrol o kadar yaşam. Ama kontrol ederken bir düzene girer hayatın. Önce düzeni seversin. sonra hayatına aldıklarını seversin. Sevdiklerini düzenle birleştirince rutine bağlarsın. Çok geçmez sıkılırsın. Bu döngü devam eder. Kırmak istersin zincirlerini. Çabalarsın. Bazende çabalamazsın, gerek duymazsın.Hayatında değişiklik yapmak, devrimdir aslında. Bununla önce yüzleşmek gerekir. Karar vermek aşaması daha sonra gelmektedir. Yüzleşip orada da bırakabilirsin, devam edip karar verme aşamasına da geçebilirsin. Kararını verince birde cesarete ihtiyaç duyarsın. Son derece bağımlı olduğumuz bu toplumda, cesaretimizi toplayıp değişiklik yapmanın devrim olduğuna sizde inandınız şu anda. Yapılacak olan değişikliklerin sonuçları değerlendirilir, tartılır bakılır biçilir. Bazen bile bile intihar etmektir yapılan şey. Ama doğru insan hata yapabilendir, yapmıyorsan sorun vardır.
        Rutine bağladığında sıkıldığın hayatına devrim yaptın peki ne kaldı elinde şimdi? Hani sıkılmıştın herkesten her şeyden. İşini değiştirdin, sosyal çevren değişti. Rutine bağlamış olduğun ilişkini bitirdin. Farklı kişilere arayışlara yer verdin. Her şey istediğin gibi gitti devriminde başarılı oldun. Ama ruhsal doyum anlamında en yukarılarda bir yerlere gelip, 'ee şimdi ne olacak?' diyorsan, asıl yalnızlık ve rutini özlemek şimdi başlamıştır.
       Var olan bir kalabalığın bana tüm bunları düşündürmesi, kararlarımı vermemi zorlaştırmaktadır. Bu döngü yoruyor beni, Her şey rutine bağlamasın diye devamlı yeniledğim hayatımı kararlarım sayesinde göçebe bir ruh gibiyim sanki. Bu değişikliğe o kadar ayak uydurdum ki bir şeyler yolunda giderse şaşkınlık haline bürünüyorum. Yazar yukarıda kendiyle çelişmiş diyebilirisiniz ama bu onun hayat çelişkinin yazılmış halidir.
Resim yazısı ekle

18 Eylül 2014 Perşembe

MUTLULUK PERSPEKTİFİ


    
      'Mutluymuşum gibi ama değilmişim gibi'



 Mutluluk için büyük mucizeler yada olaylar olmasını beklerken, mutsuzluk için geçmişten gelen bir anı yetmektedir. Bu bekleyişi bizim yarattığımıza inanmaktayım.Geçmişteki anıları düşünüp mutlu olunca 'saf,geçmişe takılmış' kelimelerini duymaktayız. Lakin geçmişin acılarıyla acı çekiyorsa acısına gidip ortak olup bir kadehte biz iciyoruz. Başlıyor efkar. Acı üstüne acı konuyor masaya, Mutsuzluluğa tokuşturuluyor kadehler. Hepte biri yakışmıştır canınızı. O masada katil/katiller muhakkak vardır. Katil diyorum çünkü sizden çok şey öldürmüştür. 'İnsanın umudu ölmeden, hayalleri yıkılmadan acı çekemez ki' Hep gönül ilişkileridir can yakan. Herkesin hayatında her şey o kadar iyi mükemmel gidiyor ki, aşk acıları 24 saatimizin 23'ünü ona ayırmaktayız. 
              Kimsenin durup düşünmeye vakti yok. Çok yoğunuz. Alışıla gelmiş pardon alıştırılıp önümüze serilmiş bu hayatı yaşamakla meşguldük demi?  Bizler ki aşk acısının hayatımızın merkezine koymuşuz. İçler acısı bir taraf var ki  mutluluğumuzu da ona bağlıyoruz. O yoksa mutzusuz. O yoksa yaralıyız. Kaçınız kendinize sordunuz 'beni ne mutlu' eder diye. Hiç biriniz sormadınız şimdi burada bu gece dürüst olacağız. Bende sormamıştım mesela. Çocukluktan katılan algımız-algılarımız diyorum, bir göz atınız. Mutlu aile eşittir, mutlu çirftler demektir, bunu anne babanızdan öğrendiniz. Detaylara girmeyeceğim oralar fazla derin. Daha sığ sorunlarımız var, 'mutluluk'. şimdi buna bir sorun mu diyorsun diyeceksiniz? duyar gibiyim. Evet değişen bu dünyada mutluluk bir sorun. Olması için beklenen bir demet gül, söylenmesi beklenen iki satır güzel söz, teklif edilmesi gereken evlenme teklifi. Basit bir örnek sade ve tek taşsız bir evlilik teklifiyle kaçınız mutlu olabilirsiniz? Beklentilerimiz o kadar nirvanada ki olmaması acı veriyor bize. Farkettiğim üzere acıyı karşı taraf değil biz yaratıyoruz kendimize. İçimizde bir yerlerde mutsuzluktan keyif alan bir yapı olduğuna inanmaya başladım. Mutluluğun bir ödül,armağan gibi sunulduğu bu günlerde, başkasından beklemek yerine sizler kendi mutluluğunuzu kendinize getirin. Her dakika mutsuzluğunuza işlemektedir. Harekete geçin.

12 Eylül 2014 Cuma

Darbe Sabahı ; Benden Arda Kalanlar

              


             Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine...
 

         
         Şu anda sizelere o 'hayatıma indirilen en büyük darbenin ' sabahını hissetmiş biri olarak yazmaktayım.
            Sıradan bir gecenin sabahı bu kadar ağır olmalı mıydı? Kayıpların en büyüğünü bu sabah gözlerimi açınca hissetmenin anlamı neydi?  gece yatarken en sevdiklerimin hayatta olup sabahına önce kayıp sonrasında da öldü haberiyle yıkılan bir ailenin bu çöküntünün hesabını kimlerden sormalıydım? Ya darbe sonrası kaybolan ve bir daha asla haber alamadığım erkek kardeşimin? Matbaasında yasaklı şeyler bastığı idda edilen babamın önce hunharca işkence görüp sonra bir daha haber alınamamasını? Üniversitede yıllarca birbirimize aşık olup daha yeni kavuşabildiğim Ahmet'imin? Ya kaybolup giden yıllarımın, Acılar içinde kıvcranıp giden bu ailenin 12 saatte değişen hayatının hesabını kim vermeliydi?
             34 yıl geçmesine rağmen o sabahı aynı acıyla hatırlamaktayım. Darbe sonrası geçen her dakika benden bir şeyleri kat kat eksiltmiş acıma acı katmaya devam etmiştir. Hiç bir şey yapamadan geçen 34 yıl sonra bu sabah size İstanbuldaki evimden yazıyorum. Tüm acılamı satırlara sığdırabildiğim kadarıyla. Mesela ben babamı hep 48 yaşında hatırlayacağım, çünkü kapıdan yaka paça götürülürken o yaşlarda ve bana biraz mahçup bakışla döneceğim dermiş halini hala anımsamaktayım. Darbeden sonra her şeyin normale dönmesiyle bu üç erkeğinde peşine düştüm. tabiki hazin son. Babamdan da kardeşimden de asla haber alamadım. Bir akşam üstü radyo dinlerken idam edilecekler listesinde Ahmet'in adını duyunca yaşamdan bir kere daha soğumuştum. Konulan sadece dışarıya çıkma yasağı değildi. Türkiye'ye getirilildiği idda edilen özgürlüğünde adımı bu olamazdı. Ailemi dağıtıp bana boylesıne acılar yaşatan bır yönetim şekli refah getiremezdi. Yalnzız değildik. Dağılan, parçalanan, habersiz bırakılan, idama kararı verilen evlatları, babaları, eşleri sevgilileri olan binlerce insan sadece biriydim.
          Ateş dolu o sabahın ardından ruhumda kalan derin izlerin peşinden gelince kendimi bu dizelerde buldum.
  Vazifeleriniz ve mükemmel görevleriniz sizin olsun, içime düşen ve 34 yıldır hiç durmadan yanan ateşin hesabını verin bana , verebilecek misiniz?
                                           darbe sabahı radyo yayını


 






18 Ağustos 2014 Pazartesi

Pşşşş.. Ben senin bilinçaltınım. Beni oku !

      Adamın biri dünyanın resmini yapmaya karar verir.Yıllar geçtikçe bir boşluğu kentlerin,krallıkların, dağların, körfezlerin, gemilerin, adaların, aletlerin, yıldızların, atların ve insanların resimleriyle doldurur. Ölmesinden kısa bir süre önce labirentin sebatkar çizgilerinin kendi yüzünün imgesini takip ettiğini keşfeder.
    Hiç tanımadığınız biri size çıkıp dese ki, '5 yaşında en çok sevdiğin oyuncak arabayı babanın sana doğum gününde aldığındaki mutluluğun aslında yapay bir anı' diye. İçinde bulunduğunuz şüphelerin artışını hissedebiliyorum. Tam olarak o hissin içerisinden yazıyorum. Leonard Mlodinow tarafından yazılan 'SUBLİMİNAL' adlı kitabın tam olarak 75. sayfasından itibaren 'hatırlamak ve Unutmak' bölümünde yapılan deneyleri hayretler içerisinde okudum. Araştırmacı, Psikolojik bazda çokça sayıda yapılan insan deneylerinin sentez halidir bu kitap. Bilinçaltının aslında basite alınmaması gerektiği, insanları yönlendirme de bilinçaltının kullanılabileceğini farkettim. Birazcık dikkatli olunca çevremizde her şeyden devamlı mesajlar aldığımızı farkedebiliriz. İşte bilincimiz sadece gerekli olanları algılar, olaylar bilinçaltında kalmaya başlar.
Fransız şarkısı çalan bir markette Alman şarabı değil, Fransız şarabı almanızın sebebini bilinçli olarak açıklayabilir misiniz? Ben söyleyeyim tabiki de hayır. Peki şu anda güncel bir olayı yazmanızı istesek 5 yıl sonra aynı olayı aynı detaylarla açıklayabilir misini? hayır. Anılarınız sürekli değişmektedir. Şu an bana inanmıyor olabilirsiniz ama kitap gerçek anlamda fazlaca etkileyici.Sizler insan hafızasının olağan üstü bir kapasiteye sahip olduğunu da düşünmektesiniz değil mi? Fiziksel acı ve ruhsal acıyı çeken beyindeki lobumuzun aynı yer olduğunu öğrenince de şaşırmamanız gerekmektedir. Beden dilinizi bilinçli bir şekilde mi kullandığınızı düşünüyorsunuz?Bu kadar çok yüz ifadesini her hangi-bir bilinç analiz, yapmadan tanıyor olmamız sizce de merak uyandıran bir durum değil midir? Görsel egemenlik oranını hiç duymuş muydunuz? Kadınların kalın sesli erkekleri daha güvenilir, erkeklerin kalın sesli kadınları itici bulması, hiç bir şekilde birbirini tanımayan iki insanda böylesine duygular nasıl oluşmaktadır, bu merak uyandırıcı değil midir?duygularınızla ilgili bir açıklama yaparken aslında tam dürüst olmadan fikirlerinizin kültürel normlara girdiği gerçeği gözardı edilebilir mi?
      İşte bu sorular sizde yoğun merak duygusu uyandırıyorsa ve anılarınızdan şüphe etmeye başladıysanız, hemen kitabın kapağını kaldırıp okumaya başlamalısınız.

2 Temmuz 2014 Çarşamba

.............. Nedir?

Susmalarım var uzun uzun. bunun hayra alamet olmadığı bildiğim halde. Kopan fırtınalara karşın üzülmeyi bile kendime yakıştırmayıp böylesine bastırıyorsam demek ki. Gidişat kötü. kimde ama benim mi hayatın mı? Hayat kendini hiç sorgulamıyor, hep benden bekliyor. Olmaz böyle gitmez, değiştirmek için bir şeyler yapılmalı ama ne ? Yürümeyen şeyler var? Galiba bunun nedenini bulmamamın sebebi kendimi tam tanımıyor oluşum olabilir mi? yoksa neden, tespit edip ortadan kaldırmak gereklidir. Ciddi bir iç savaşın eşiğindeyim. Ordularım benden talimat bekliyor. Sukut ağır basmakta ama anlaşmalar yetersiz kalıyor. Ego'm tehlike altında. Direnmeli miyim, diretmeli miyim? Ciddi kayıplar başladı bu düşünce. Önce kelimelere sonra sözlere sonra değerlere ve en son insanlığa karşı inancımı yitiriyorum. Bunun telafisi var mıdır? her şey kayıp giderken onları almak mı lazım, geriye dönüp toplamak mı, yoksa devam edip bakmak mı lazım? çoğunuz üçüncü seçeneği seçtiniz ve mantık 'önüne bak hayat uzun' dese de bazı anılar zorluyor seni. Sonra ne mi oluyor? Ruhundan başlayarak tüm bedeninle acı çekiyorsun. Yalnızlığı hissettiğin an çektiğin acı tarifsizdir. Bakın tasvir edememiş bulunmaktayım. O müthiş durumun izahatı çok zor anlayınız beni. Kelime bulamadım birden, korktum. Yoksa onlarda mı terk etmişlerdi beni? Terk edilmek mi? onlarda mı? Ne zamandır insanlar hayatlarının yönünü değiştirmek istedikleri zaman terk etmiş oluyorlar. Lütfen saygı. Sizin ona verdiğin değerin ne önemi var ki ? Bütün problem çocukken bizim tek, özel, güzel, eşsiz ve herkes tarafından sevildiğimize inandırılmak ile başladı. Algılar yanlış yönde gelişti. Sonrası mı ne ? Güldürmeyiniz beni. Tepetaklak olan yaşamlar. Hayatlarımızın en güzel zamanını acı çekerek geçirmek gibi lükslerimiz var bizim. Her anı dolu dolu eğlenmek yerine melankoli yaşayan insanlarız. Sorsanız herkesin acısı olan bir nokta vardır. Değiştirmeliyiz bu düzeni. Susup, oturup hayatımızın elimizden kayışını izlemek, bir adamın birini öldürürken öldürüşünü izleyip müdahale etmememizden farkı kalır mı sizce? Kendimizi öldürüyoruz. Bir şey yapmalıyız. Bir yerlerden başlamalıyız. En azından umuyorum ben. Bu kelime bile adımdır bence. Bu azimle gidersem çözeceğim. Yeryüzünde insanlar tarafından kanatılmamış tek bir cümle olmasa da, bir şeyler yapmayı deneyeceğim.

8 Şubat 2014 Cumartesi

Kültür ve Değer Yitimi

  Kendimi çoğu zaman bir çatışmanın ortasında bulmaktayım,kültür çatışması. Nasıl yaparım, ne tepki vermeliyim diye düşünmeye kalmadan , normlar giydirilir üstümüze, 'senin değerlerin var, saçmalama' cümlesini işti veririm. 'ama ben öyle değil şöyle düşünüyorum/istiyorum' dedirtmeyen şeyler normlar, diyince verilen tepkiler 'değerler' olarak geçer. Ortamın kültürü, kendi kültürün ve kişinin kültürünü ele alıp öyle davranman gerekirken, düşüncelerimize yer kalmamaktadır. 
   Çoğu kişinin fark etmektedir ki, yoğun bir kültür kaybı yaşamaktayız. Kişisel olarak 'yitirilen değerler' fazlalaşmıştır. Soyut kavramlar artık sizi için çok büyük anlamlar içermiyorsa, var olan yapıların varlığı sizi rahatsız ediyorsa, günlük hayatınızda sıkça 'onlar çok eskide kaldı artık böyle değil' diyorsanız, değer yitimi başlamaktadır.
      Gelişen ve değişen dünyada aslında çok fazla şeyler yitirilmektedir. Hatta gelişen teknolojiyle eskiden kültürümüzde olan ama artık olmayan şeyler çokça fazlalaşmıştır. Fakat bilinçaltımız bunu o kadar güzel karşılamaktadır ki biz bir çatışma yaşamayıp kabul etmekteyiz. Ama yakın geçmiş zamanda hızlı değişmelerle yavaş değişmelerin çatışması, tıpkı iki buz dağının altının çarpışması kadar büyük etkidedir. Kuşak çatışması tam olarak budur. ama artık iki yaş küçük kardeşiyle bile aynı dili konuşamayan insanlarız. Nesilleri biz değil, içinde bulunulan durumlar yetiştirmektedir. Bizde değer yitimi sonucu bilinç altımızda bir boşluk bulunmaktadır.bunu yerine nasıl koyacağını bilmeyen ortada kalan insanlar olmaktayız.Açıkçası bu konu hakkında yaklaşık beş yıl sonrasına dair bir bilinmezlikle karşı karşıya olduğumuzu düşünmekteyim.
   
     

4 Şubat 2014 Salı

İKİLİ İLİŞKİLERDE 'NADİDECE' YORUM

          Yeni ilişkiler yeni aşklar diye yakınıyor insanlar. 'Artık bir tadı kalmadı, hepsi çıkarcı, beni sevmiyormuş, galiba benden soğudu' tarzında cümleleri çokça duymaktayız. İnsanlar hayatlarında birinin olmasına o kadar büyük anlar yüklüyor ki, olmaması bir eksiklik , bir kayıp olarak algılıyorlar. Ve her muhabbet dönüp dolaşıp 'eee sizin aranız nasıl?, nee ayrıldınız mı ? ,ay gerçekten mi nasıl biri? ' ne gelmektedir. insanların hayatının tamamı , hayatında var olan , olmayan , olabilecek insanlar olmuş.Bir düşününce aslında muhabbetlerinin tümünün böyle olması çok acıklı bir durumda nedir ki?
          Temeline baktığımızda , teknolojinin gelişmesiyle yüklenen anlanmalrın farklılaşıp kişilerin mutsuzluklarına fazlaca sebep bulduklarını gözlemledim. Normal olan şeylere anlamlar yükleyip beklenti haline giriyorlar. Mesela, 'bana mesaj atmıyor artık beni sevmiyor !' cümlesini en az bir kere duymuşsunuzdur. Aslında karşı tarafın mesaj atmaması yada sizi aramaması sizi sevmediği anlamına gelmemektedir. gelen anlamları siz kafanızda oluşturup inanmaktasınız. İlişkilerde mutlu olmaktan çok mutsuzluğu biz başarıyoruz. Uğraşıyoruz resmen, hatta içerimizde bir yerde acı çekmekten keyif alan bir yer olduğuna bile inanmaktayım.
           Birbirlerini deli gibi seven bir çift düşünelim , herşey yolunda giderken karşı tarafa süpriz yaptığında bekledği(beklentisindeki tepki !) tepkiyi göremeyince seni artık mutlu edemiyorum diyip ayrılması sizce ne kadar doğru? Karşı taraf gerçekten mutsuz mu onunla ? bunu sormak yerıne kendımız yargılıyoruz kendimiz karar veriyoruz ve inanıyoruz. Süper senaryo. bu Döngü böyle devam ediyor, böyle de nesiller yetiştiriyoruz.
Aşk bu değildir bence.
            'ama yan yana yürürken elimi tutmadı benden soğudu!' soğudu mu? beklentiniz nedir? kendinizi hiç sorguladınız mı? irdelediniz mi duygu ve düşüncelerinizi, belkide haksızlık eden sizsinizdir.
             Evetttttt !!! gözlemlerimden yola çıkarak anahtar kelimeyi açıklıyorum, EMPATİ .. Empati,onun bedeninde onun ruhunda onun hisleriyle hissetmek onun gözüyle görmek demektir. Kendi hislerinizden sıyırılarak bunu kaçımız ilişkilerde yapıyoruz? yapabiliyoruz? Cevap? çoğumuz hayır değil mi? beklenen sonuç buydu aslında. eksik yanımız bu. düşünsenize sevdiğiniz çok heyecanlı sizi arıyor ama kariyerinizin en önemli toplantısına girmek üzeresiniz. telefon çaldı , partneriniz heyecanla birşeyler anlatıp aşk sözcükleri söylemeye başladı, ama sizin toplantıya girmenz gerekti, canım seni ararım toplantıya girmem lazım dediniz ve telefonu kapattınız. Akşam bir mesaj , ayrılmak istiyorum artık beni sevmiyorsun diyor ! Şimdi size haksızlık yapılmadı mı? karşı taraf sizi anlamıyor. bu kötü bir durum bide sevmediğinizi iddia ediyor. Tamamen aramaya mesaja, elini tutmaya , öpmeye, hediye almaya, gezmeye yüklenilen anlamlarla ilgili. Her şey olduğu gibi bırakılsa, ilişkilerin daha sağlıklı olacağını düşünmekteyim. Mesaj atamamış olabilir, ani işi çıkmış gelememiş olabilir. O sizi seviyor, sevmedği anlamını yüklemeyin. Acı çekmeyi bırakın !

20 Ocak 2014 Pazartesi

-miş'li Zamanlarda

      Yaşamla ölüm arasındaki o ince çizgide var olmakmış yaşamak. sanki gitmek gibi ama bazende kalmak gibiymiş.
hayat "miş" li gemiş zamandan ibaretmiş. Birileri yaşamış aktarmış. Duyumlar üzerine kurulan hayatlarımız olmuş. Hatta gözlememiş farkına varmamışız. Hatta biz kimmişiz, neymişiz, nerdeymişiz bilmemişiz. Sorgulamamışız. Dönemin dayatmasını,aile baskını kabul etmişiz. Sanki biz karar veremez gibi bağımlı yaşamışız. Fark mı etmemişiz, fark etmek mi istememişiz, orasını kimse bilmemiş. 
      Kendimizi yok sayıp başkaları için yaşamışız. Biz'i bilememişiz. Kendimizi farketmemişiz. İçgörümüz hiç olmamış. Ama insanları çok iyi anladığımızı iddia edip akıl vermeye başlamışız. verdiğimiz akılla insanların hayatlarını ne derece ne yönde etkilediğimizi farketmemişiz. Emin olmuşuz ki "biz mükemmeliz ve dediklerimizle kişilerin süper hayatları oldu" ! 
     Yaşamın anlamını nefes almaktan ibaret zannetmişiz. Ve bize verilen görevlere çok büyük anlamlar yükleyip olmayınca mutsuz olmuşuz. ama sormamışız ki gerçekten onun değeri ne kadar diye. Kaybolmuşuz bazen bu döngünün içinde.




5 Ocak 2014 Pazar

Kırmızı Küçük Bisiklet

Tarihinin tahmini 1492 yılına dayandığı ve Leonardo Da Vinci tarafından ilk bisiklet karalamalarının olduğu ileri sürülmektedir ama benim için keşif tarihi 1996'dir. Aylardan temmuz günlerden 12-13ü gibi babamın evimize getirdiğiyle mutluluğu derinlerde yaşamıştım. O kadar derindi ki hala o günü düşündükçe içimde kelebekler uçuşur.Teker çapına ve sayısına göre özellikleri değişmektedir. Mesela teker çapı sınıflandırmasına göre 28" teker çapına sahip bisikletler yol bisikleti, 26" teker çapına sahip bisikletler dağ bisikleti olarak kabaca tanımlanır. 20" tekerlere sahip bisikletler BMX bisikletleri 19" hacı bisikleti olabildikleri gibi, farklı 3 tekerlekli hatta 4 tekerlekli bisikletlerde ve yatay bisikletlerde sıklıkla kullanılırlar.Bu kadar detayı bilmeden dört tekerli bir sepetli ve kırmızı bir bisikletim vardı benim.Sepetime amacıma yönelik oyuncaklarım,bebeklerim yada acıkabilirim diye minik çörek otlu anne kurabiyelerinden koyardım. Ablamla birlikte önceleri evde sonraları da sokakta sürmeye başladık. Hatırlıyorum frenim bozuldu diye iki mahalle ötede duvara çarparak duruşumu, eve kanayan dizimle gittiğimi canımın acımasını değil ilk bisikletim nerde diye soruşusumu.   Google amcaya bisiklet yazdığınızda karşınızda bir çok detay çıkacaktır. benim için en büyük detay 'mutluluktu'. Fark edildiği gibi '-di' li geçmiş zaman kullandım. Çünkü yaklaşık 2 yıl sonra kendileri bozulmuştu. Yaşımın çocukluktan bir kaç level atlamış olmasına rağmen, içimdeki çocuğun en büyük hayali 'bisiklet'tir. Resim yeteneğim olsaydı saatlerce, modellerce, çeşit çeşit , renk renk bisiklet resmi çizmeyi isterdim. Ama baktım ki resim yeteneğim yetecek kadar yok, bende fotoğrafını çektim. Bana 'mutluluğun resmini çizebilir misin?' diye sorduklarında buna içimdeki çocuk fotoğrafları göstererek yanıt veriyor. 



the bicycle of my dreams

Gizli Özne

Güzün gelmesiyle sararmıştı her yer. Üzerine giydiği ince ceket yüzünden metrobüs durağında derinden üşüdüğünü hissetti, müziğe dalmıştı k...